Mesele Erdoğan'ın İnfazı ve Türkiye'nin İflası

Abone Ol

Amerika Birleşik Devletleri'nin, süper devlet olarak nitelendirilmeye başlandığı 1945 yılından bu yana, itaat altına alamadığı ülkelere karşı kullandığı üç tane silahı vardır.
Bunlar; Dolar, Ambargo ve İşgal'dir.

Bütün dünya ülkelerinin ilaç, petrol ve silahı dolarla satın alması, uluslararası ticaretin dolar üzerinden yürümesi, küresel bir güç olan ABD'nin, dolar hakimiyetini tekelinde bulundurmasına yol açıyor.
ABD'nin kurduğu dolar hükümdarlığı da, istediği ülkeye kur atağı yapabilmesini sağlıyor.

ABD, yörüngesine girmiş olan bir ülkeyi, dolar silahıyla yola getiremediyse, her yönüyle kontrolü altına alabilmek için, ikinci silahı olan ambargoyu uyguluyor.
Uyguladığı ambargo ile de söz konusu ülkenin bütün denge sistemini bozuyor.
Misal, İran gibi tecrit ettiği bir ülkeyi dize getirmek için, tüm dünya ülkelerinden izole ediyor.
Ambargo uyguladığı bir ülkeye zenginlik içinde fakirliği, varlık içinde yokluğu yaşatıyor.

ABD'nin üçüncü silahı olan işgal ise, idaresini hiçbir şekilde kontrol altına alamadığı ve politikalarını değiştirmede söz geçiremediği bir ülkeye uyguladığı son aşama bir yöntemdir.
ABD bu aşamaya geldiğinde, işe önce müdahale edeceği ülkenin devlet başkanını kötülemeyle başlar.
Sonra müdahale etmeyi düşündüğü ülke yöneticisinin, diktatör ve demokrasi düşmanı olduğu tezini ileri sürer.
Dış dünyada meydana getirdiği algı ve düşmanlaştırma yöntemiyle de kendisine müdahale zemini oluşturur.

Bir de ABD'nin, dış politika ve özellikle Ortadoğu politikasında, karar almasında son derece etkili olan derin yapıların varlığını da gözardı etmemek gerekir.
Bu derin yapılar, ABD'de yapılan her seçimde hem Cumhuriyetçileri, hem de Demokratları destekler.
Dolayısıyla her durumda kazanır ve seçilen başkanı, dış politikada bir truva atı gibi kullanır.
Bunlar hem Yahudi Siyonist derin yapılar, hem de Hristiyan Evanjelist derin yapılardır.

Şimdi ABD ile Türkiye arasında, rahip Andrew Brunson'ın iade talebinin reddi üzerine patlak veren ihtilaflı bir dizi sorunlar var.
Bu sorunlar nedeniyle de ekonomi üzerinden yeni bir saldırıyla karşı karşıya kalınıyor.
ABD, Nato üyesi Türkiye'nin direncini eskiden olduğu gibi kıramadığı için, finansal ve ekonomik olarak kıskaca alıp, itaate zorluyor. Türkiye'nin dünya siyasetindeki yerini, ittifaklarını ve gelecek algısını, yeniden şekillendirmesinden rahatsız oluyor.
Kendi yoluna kendi iradesiyle yön vermesine, kendi geleceğini kendi milli unsurlarıyla belirlemesine mani olmaya çalışıyor.

Öte yandan ABD, Türkiye'nin varlığı ve müdahalesi neticesinde ne Suriye'de istediği bir neticeyi alabiliyor, ne de Büyük Ortadoğu Projesi'ni hedeflediği gibi yürütebiliyor?

Türkiye'ye uygulanan kur baskısı ekonomiye zarar veriyor belki ama, diğer yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, "dolardan vazgeçelim" çağrısı da ABD'nin kalp ritmini bozuyor.

Çünkü ABD'nin en zayıf noktası, dolar hakimiyetinin kırılması.
Dünyanın en önemli ekonomik ve askeri gücü olan ABD'nin, dolar tahakkümünün kırılması, eşi benzeri görülmemiş bir yüksek enflasyonla mücadele etmesi anlamına gelir.
Dünya ülkeleri dolar ile ticaretlerini bitirirse, Amerika Birleşik Devletleri çok zora girer.
Karşılıksız dolar basarak sürdürdüğü sömürü ve soygun düzeni, kısa vadede sona erer.

Görülen o ki artık Ankara-Washington hattında ipler iyice gerildi, kılıçlar karşılıklı olarak kınından çekildi.
Türkiye, diplomasi kapısını aralasa bile, Amerika Birleşik Devletleri'nin yakın kadrajına girdi.
Dolayısıyla ABD'li tren soyguncularının, Türkiye'yi dize getirmek için uygulamak isteyeceği yöntem, ABD'nin klasik yöntemlerinden çok farklı olmayacaktır.
Türkiye'ye ayrı tuzaklar, Cumhurbaşkanı Erdoğanortadan kaldırmak için ayrı tuzaklar kuracaklardır.
Bu uğurda başarılı olabilmek için her yolu denemek isteyecek, her yöntemi meşru göreceklerdir.

Türkiye ise Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde kendi geleceğine sahip çıkmaya çalışıyor.
Boş durmuyor, hayatın hemen her alanında ilerleme sağlıyor. Başkaları tarafından kendisine biçilen rolleri de kabul etmiyor. Geçmişine ve onuruna yakışır bir şekilde Türkiye'nin uluslararası konumunu güçlendirme mücadelesi veriyor. Bölgesinde ve dış politikasında milli önceliklerini gözeten siyaset geliştirmeye çalışıyor. Dünyada yapılan haksızlıklara, adaletsizliklere ve zulümlere de tek başına karşı duruyor.
Diğer yandan ittifakların yeniden tanımlandığı bir zamanda yalnız başına yürüyor.
Yaşanan krizlere, türbülanslara ve saldırılara karşı da, kendi iç dinamikleriyle mukavemet gösteriyor.

Yeryüzünde sağduyu sahibi, vicdanlı herkes Türkiye'nin güçlenmesini, büyümesini isterken, dünyayı sömüren ve kanını emen emperyalistler, Türkiye'nin güçlenmesinden son derece rahatsızlık duyuyor.

Türkiye kendisi dışındaki 56 İslam ülkesinin, her birinin farklı bir emperyal gücün güdümünde olduğu göz önünde bulundurulduğunda, güçlü ve bağımsız bir Türkiye'nin, sadece bize değil, tüm İslam Dünyasına, hatta bütün insanlığa ne kadar gerekli olduğu, günümüz şartlarında çok net olarak görülür.
Hiç şüphesiz Türkiye, tarihsel misyonu, güçlü liderliği ve 2013'ten bu yana derinleşen bilinci sayesinde içinde bulunduğu cendereden kısa zamanda, daha da kuvvetlenerek çıkabilecek bir ülkedir.
Yaşadığı tüm zorlukları fırsata, üretim ve kalkınma hamlesine dönüştürebilecek potansiyele sahip bir ülkedir.
Yeterki millet olarak el ele verilebilsin, devletin aldığı kararların arkasında durulabilsin...