Körfez Ülkelerinin Utanç Verici Muamele ve Günahları

Ultra lüks ve sefahat içinde yaşam süren Körfez Ülkesi vatandaşları asgari olarak yılda bir kez Avrupa'ya seyahat ederler. Hizmetçilerinin yanısıra özel araçlarını bile uçakla götürürler. Her seyahatlerinde ortalama 25 ile 50 bin dolar arasında para harcarlar. Her kalemde alışverişlerini, tatil ve tedavi gibi birçok ihtiyaçlarını oradan tedarik ederler.

Sosyal hayatın hemen her alanında yaşamlarını israf, abartı, gösteriş ve ihtişamdan taviz vermeden sürdüren Körfez Arapları, ne yazık ki Suriye'de savaştan kaçan ve can güvenliği için Türkiye'ye sığınan din kardeşlerine kucak açmada aynı bonkörlüğü gösteremiyor. Aksine kapılarını Suriyelilere sıkı sıkıya kapatıyor. Ne mülteci kabul ediliyor ne de işçi?

Körfez İşbirliği Konseyi üyesi Arap Ülkeleri, gelir düzeylerinin çok yüksek olmasından mütevellid, Suudi Arabistan dışında yeterli nüfus ve insan gücüne sahip olmadıklarından sürekli işçi alımı yaparlar. Ancak tercihlerini, Suriyeli din kardeşlerinden değil de, Filipin, Sri Lanka, Hindistan, Endonezya gibi Asya ülkelerinden yaparlar.

Onların eskiden bu yana yaptıkları bu tercihleri zaman içerisinde Körfez'in sadece demografik yapısını değil, konuşulan dilini bile değiştirmiş. Yaşayan yabancı işçi sayısı yerli nüfusun o kadar çok üzerindedir ki İngilizce en çok konuşulan dil, Arapça ise ikinci derecede konuşulan dil durumuna gelmiş. Kutsal şehrimiz Mekke'de bile muteber iletişim dili Arapça'nın önünde İngilizce olmuş.

Bu anlamda Körfez ülkelerinde, Asyalı işgücü oranı % 70'i oluştururken, Arap işgücü oranı yaklaşık % 22'sini oluşturmaktadır. Ülke bazında değerlendirildiğinde ise Asyalı işgücü, Umman'da % 92, Birleşik Arap Emirlikleri'nde % 87, Bahreyn'de % 80 gibi hala çok yüksek oranlardadır.

Asyalı işgücünün Arap işgücüne tercih edilmesinin nedenleri arasında, daha çok itaatkar olmaları, çalışma koşullarına daha fazla tahammül etmeleri ve ücretlerinin çok düşük düzeyde olmasıdır. Bir başka neden ise, Müslüman olan bir milletin ülke içinde siyasi ağırlık oluşturmasından korkulması ve yerli nüfusun hakim konumunun her zaman muhafaza edilmesi anlayışıdır.

Öte yandan Körfez ülkesi vatandaşlarının, Allah'ın bahşettiği petrole dayalı refah düzeylerinin yükselmesi, ülke kalkınması için gereken işgücünün yanısıra, kişisel ve ev hizmetlerindeki emek için de özel şöför, ahçı, hizmetçi ve mürebbiye gibi ara eleman ihtiyaçlarını doğurmuştur. Bu hizmetlilerde yine Asya ülkelerinden tedarik edilmekte, özel şöför dışında ev hizmetinde istihdam edilenlerin hepsi özel seçilmiş kadınlardan tercih edilmektedir.

Körfez Ülkeleri'nde uygulanan "Kefalet Sistemi" günümüzün "Modern Kölelik Sistemi'dir."

Dinimizce yasaklanan köleliği ve eski zamanların ırgatlık sistemini günümüzde Kefalet sistemi'yle buluşturan ve ihya eden Körfez Arapları, Asya ülkelerinden gelen gariban, korunmasız ve daha iyi bir yaşam için çabalayan umut dolu insanlarına tehdit, cebir ve hakkını vermeyerek uygulamaktadır.

"Kefalet sistemi" İslamı hiçe saymak, insanlık onurunu ayaklar altına almak demektir.

İnsan Hakları Örgütleri'nin en çok eleştirdikleri Kefalet Sistemi, bireyin elindeki tüm hakları kendisinden almaktadır. Bir kere işçinin vize veya oturma izni alabilmesi sadece Körfez ülkesi vatandaşı yahut kurumlarından biri tarafından istihdam edilmesi ile mümkün olabiliyor. Bir işçinin bir ülkede kalabilmesi, ülke içinde bir şehirden diğerine, hatta kendi memleketine bile gidebilmesi kefilinin iznine bağlı. Ülkede çalışma oturma izni adı altında pasaportlarına da el konulduğu için izinsiz iş değiştiremiyor, işi bırakamıyor, ülkeyi terk edemiyor. Kefiller işçilerin ilk iki aylık maaşlarına “bu bir gelenektir”diyerek el koyabiliyor.

Yine bu ülkelerde göçmen işçi yasası yok, işçinin tanımı dahi yok. Sadece tam zamanlı çalışılıyorsa oturum izni verilir, işi olmayanın ise süresiz kalması zaten mümkün değildir. İş sözleşmesi sona erdiğinde oturumu da doğrudan sona erer ve terki diyar eylemesi gerekir. Kısaca kaderleri patronlarının iki dudağı arasında.

Tabi bu durum işverene, işçinin tüm yaşamını denetleme ve onu esir etme imkanı da veriyor. Böyle bir mevzuat karşısında işçi, en kötü koşullarda çalışmak zorunda kalıyor. Basit bir iftiraya uğradığında ya hapis yada yurtdışı kararıyla karşı karşıya kalıyor. Zaman zaman çalışanlarında hataları olabiliyorsa da zihniyet ve kefalet sisteminin bozukluğu, işçinin karşısına her zaman devlet otoritesini çıkartıyor. İşçi hata yaptığında bedeli çok ağır oluyor ama işverenin yaptığı yanına kâr kalıyor.

Örneğin inşaat işçileri 45-50 derece sıcaklıkta günde 16 saat olmak üzere yerli vatandaşların tercih etmediği tehlikeli, riskli ve en ağır işlerde hiçbir sosyal güvence olmaksızın son derece zor şartlarda çalıştırılıyor. Yetersiz beslenme, sağlıksız ortamda barınma, emeklerinin karşılığını alamama, şiddet ve psikolojik baskıya maruz kalma gibi sorunlar ise işçilerin sıradan durumları.

Çalışanlara yapılan kötü muamele, şiddet, işkence ve intiharlar Arap basınında da kendine sürekli yer buluyor. Din adamları çalışanlara zulmedilmemesi, haklarının alın teri kurumadan verilmesi yönünde telkinlerde bulunuyorlarsa da, işçilerin hor görülmesi ve aşağılanması genel bir kültür haline gelmiş, topluma iyice yerleşmiş. Ana-babalarının hizmetçiye kötü muamelesini gören çocuklarda artık aynı şekilde muamele ediyor.

Evlerde çalıştırılan kadın işçilerin durumu ise çok daha vahim. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün, 99 ev işçisiyle görüşerek hazırladığı bir raporda, görüşmeye katılanların dörtte birinden fazlası işvereni tarafından şiddete maruz kaldığını iddia ediyor. Ayrıca birçoğu tecavüze uğradığını belirtiyor. Hepsinin ortaklaşa dile getirdikleri noktaysa sömürüldükleri yönünde. Kimi zaman günde 20 saat çalıştırıldıklarını, hafta sonu veya tatil izni kullanamadıklarını, hatta aylar boyunca maaşlarını alamadıklarını iddia ediyorlar. Maruz kaldıkları bu duruma karşı koymaları veya kendilerini müdafaa etmeleri ise neredeyse imkansız.

Çelişkiler sadece bunlarla da bitmiyor. Bazı dini meselelerde gösterilen hassasiyetlik, örneğin hizmetçinin kıyafeti ve aynı evde yalnız kalma hususunda gösterilmiyor. Hizmetçiler aynı zamanda Cariye olarak görülüyorve kendilerinden her türlü istifade ediliyor. Evdeki çocukların terbiyesi, bakımı, beslenmesi, dersi ve ödeviyle tamamen hizmetçiler ilgileniyor.

Oysa bu hizmetçiler mürebbiye olmadıkları gibi aynı zamanda Arap diline de vakıf değilller. Ayrıca birçoğu Hıristiyan veya başka bir dine mensup. Kendisine teslim edilen çocuğu Müslüman bir inanç sistemine, gelenek ve göreneklerine göre değil kendine göre yetiştiriyor.

Başka bir paradoks ise, kadınların yalnız başına araba kullanması kerih görülürken, şöförle aynı araba içinde saatlerce gezmesinde hiçbir beis görülmüyor. Eşini, mahrem gerekçesiyle bir akrabası ve yakini ile tek başına bir yere göndermeyen insanlar, yabancı bir erkek şöförle gitmesinde hiçbir sakınca görmüyor. Çünkü toplum nazarında bu işçi sınıfı, özgür ve hür bir insan olarak görülmüyor. Bilakis hizmetçi bir cariye, şöför ise bir köle olarak toplumun en alt katmanında değerlendiriliyor.

Kimileri için yalancı cennet olan Körfez ülkeleri, çok sayıda insan içinse adeta bir cehennem konumunda. Yüksek umutlarla ülkeye ayak basanların, kendine daha iyi bir gelecek sunmak için sevdiklerini ardında bırakanların çoğunun ödediği faturaysa çok ağır.

Bu tutum ve uygulamaların bir sonucu olarak yakın zamanda Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte, düzenlediği bir basın toplantısında Kuveyt hükümetine şu soruyu yöneltti; "Vatandaşlarımıza karşı insanlık dışı bu muamele ne zaman bitecek? Onurlarına ne zaman saygı gösterilecek? Biz, özel bir muamele istemiyoruz. Ancak biz, onurlarına, temel haklarına saygı gösterilmesini ve onların zarara karşı korunmalarını talep ediyoruz" diyerek vatandaşlarına bedava uçak sağlayacağını zor durumda olanları yaşadıkları evlerden konsolosluk aracıyla alacaklarına yönelik bir atıfta bulundu.

Kuveyt'de 241 bin Filipinli işçinin % 65'i evde hizmetçi olarak çalışıyor. 24 saat üzerinden mesai yapan ve son zamanlarda giderek artan intihar, şiddet, taciz, maaş alamama, ev hapsi, tatilden yoksun bırakılma gibi nedenler devlet başkanlığı düzeyinde müdahaleyi gerektirmiştir.

Körfez kimliği, Arap ve İslam kimliğine dayanır. Körfez Araplarının sevgi ve barış dini olan İslam'dan ve onun yasalarından ne kadar uzaklaştıkları ortadadır. Evrensel kuralları bile esas almayan, yanında çalıştırdığı insanların bütün haklarını tekeline alan, saygı, hoşgörü ve toleransı yaşamından çıkaran, başkalarına yüksekten bakan anlayış, bu toplumların mahvolmasına sebep olacaktır.

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu olan ITUC, 2014 yılından bu yana kölelik hukuku taşıyan Kefalet Sistemi'nin kaldırılması, asgari ücret sistemine geçilmesi, toplu pazarlık hakkı, grev yapma hakkı ve işçi hakları konusunda uluslararası yükümlülüklerin yerine getirilmesi hususunda çağrılar yapıyor. Körfez ülkeleri ise bu konular hakkında 2017 yılında sadece "konuşmayı"kabul etti. Bunların arasından ise bir tek Umman, işçilere sendika hakkını vermeyi taahhüt etti.

Çöldeki kum kadar paraya, dünyadaki tüm açları doyuracak kadar servete sahip olan Körfez ülkeleri, bir yandan emek sömürüsü yaparak göçmen işçilerin kaderiyle oynarken, diğer yandan kendilerine sunulan bu zenginliği yalnızca Amerika Birleşik Devletleri'yle paylaşıyorlar.

Allah'ın onlara bahşettiği bu nimetlerin bir kısmını din kardeşleri ve insanlığa, bilim ve fenne harcıyacakları yerde, tutum ve müsriflikleriyle cenneti dünyada yaşayamaya harcıyorlar. Cahiliye döneminin adetlerini 21'inci yüzyılda devam ettirmeye çalışıyorlar.

Hiç şüphesiz bir insanın üstün veya alçak olmasının yegane ölçüsü onun güzel ahlakıdır. Halkı Müslüman olan Körfez ülkelerinin yanlışı sürdürmedeki ısrarları ise gerçekten üzücüdür. Yoksa niyetimiz Türk'ü övmek, Arap olanı yermek değil, bu yapılan yanlışlıkların Müslümanlıkla ve İslam diniyle bir alakasının olmadığını vurgulamak ve haksızlık karşısında gücümüz ölçüsünce farkındalık oluşturmaktır.

Zira Körfez'in sosyal problemlerini burada işlerken, sayıları az da olsa güzel ahlakıyla örnek olan insanları tenzih ediyor, Körfez ülkelerinde yaşayan ve kendilerinden olmayanlara karşı da, Körfez Araplarının davranış ve tutumlarının, yasalarındaki çarpıklıkların yalnızca bu yazılanlarla sınırlı olmadığınıayrıca belirtmek istiyorum.