Kadınlar, gerçek değerini İslam’la bulmuştur

Abone Ol
 
Kadınlar, gerçek değerini İslam’la bulmuştur

Sadece hanımlar değil aslında erkekler de gerçek kıymetlerini ve şahsiyetlerini İslâm’la bulmuşlardır. Efendimiz, gerçek erkekliğin zorbalık, kabalık ve hoyratlıkta değil, nefsine hakim olmakta, civanmertlikte ve fazilette olduğunu göstermiştir.

Dinimizde, kadın aynen erkek gibi sosyal hayatın bir parçası olarak kabul edilir, görüşü alınır ve onunla istişare yapılır. Bunun pratikte en güzel örneğini de bizzat Fahr-i Kâinat Efendimiz vermiştir. O ki önüne gelen bütün mesele ve problemlerin çözümü doğrudan doğruya Cenab-ı Hak tarafından halledilmiştir. Bununla beraber O, çok defa eşiyle oturur ve bir arkadaş gibi onunla bazı meselelerin müzakeresini yapardı. Vahiy ile müeyyed olan Allah Resulü’nün (sas) böyle bir şeye ihtiyacı yoktu; ama O, ümmetine bir şey öğretmek istiyordu: Kadın, o güne kadar olduğundan çok farklı bir yere oturtulacaktı ve işte O, bu önemli vazifeyi bilfiil temsil ediyordu.

İşte bir misal.. Hudeybiye anlaşması, Müslümanlara çok ağır gelmişti. Öyle ki, kimsede yerinden kımıldayacak güç-kuvvet kalmamıştı. Bu arada Allah Resûlü, kendisiyle hacca gelenlere, kurbanlarını kesmelerini ve ihramdan çıkmalarını emretmişti. Ancak sahabi, ‘Acaba verilen kararda bir değişiklik olur mu?’ diye, meseleyi ağırdan alıyordu. Allah Resûlü, emrini bir kere daha tekrarladı. Fakat, sahabideki ümitli bekleyiş tavrı değişmedi. Bu, asla Allah Resûlü’ne karşı bir muhalefet değildi; sadece başka bir alternatifin olup olmadığını öğrenmekti. Zira Kâbe’yi tavaf etmek üzere yola çıkmışlardı. Belki Hudeybiye anlaşmasındaki kabul edilen şartlar tatbik edilmez de anlaşmada bir değişiklik olabilir’ diye bekliyorlardı.

Peygamberimiz, sahabideki bu durumu sezince hemen çadırına girdi. Ve hanımı Ümmü Seleme validemizle istişare etti. Bu ufku geniş annemiz de istişarenin hakkını vermek için fikrini beyan etti ve şu mealde sözler söyledi: “Ya Resulallah! Emrini bir daha tekrar etme. Belki muhalefet eder ve mahvolurlar. Fakat Sen, kendi kurbanlarını kes ve onlara bir şey demeden ihramdan çık. Onlar verdiğin emrin kesinliğini anlayınca, Sana itaat edeceklerdir.”

KADINLA İSTİŞARE EDİLİR Mİ?

Allah Resûlü de böyle düşünüyordu. Hemen bıçağını eline aldı ve çadırından çıkarak kendine ait kurbanları kesmeye başladı. O daha birkaç kurban kesmişti ki, sahabi de kendi kurbanlarını kesmeye koyuldu. Çünkü artık verilen karardan dönüş olmadığını anlamışlardı. (Buhari, Şurût 15)

Dinimiz, kadına, bir bütünün yarısı nazarıyla bakmaktadır. Kadın, öyle bir bütünün parçasıdır ki, diğer parçanın işe yaraması için onun mevcudiyeti şarttır. Bu parçalardan her birerleri, diğerinin gerçek değerini bulması bakımından önemli bir esastır. Elverir ki, Rabb’imizin koyduğu ölçülere riayet edilsin ve denge için yaratılan bir şey dengenin aleyhinde istismar edilmesin...
Peygamber Efendimiz (sas), nasıl hareketleriyle kadınlara karşı lütufkâr davranıyordu; sözleriyle de hep bu şekilde davranmayı teşvik ediyordu. Bir hadislerinde şöyle buyururlar: “Mü’minlerin iman bakımından en kusursuzu, ahlâkı en güzel olanıdır. Ahlâkı en güzel olanınız da, kadınlarınıza en güzel davrananınızdır.” (Ebu Davud, Sünnet 15)

Hadisleri çoğaltabiliriz. Görülüyor ki, kadınlık O’nun nurlu beyanlarıyla, kendi şeref ve haysiyetini garanti altına almış, o güne kadar ayaklar altında çiğnenen, hor ve hakir bir varlık olmaktan kurtulmuştur.
 
BİR SORU-BİR CEVAP

Nazardan nasıl korunabilirim?

He­men he­men her­ke­sin bil­di­ği bir ta­bir­dir “göz değ­me­si” ve­ya “na­zar değ­me­si”. Tıb­ben de ka­bul e­di­len bu ma­ne­vî ra­hat­sız­lık, fi­zi­kî bir ra­hat­sız­lık ol­ma­yıp ge­nel­lik­le baş ağ­rı­sı şeklin­de be­li­ren ma­ne­vî bir du­rum­dur. Pey­gam­ber E­fen­di­miz, ha­dis­ler­de na­zar değ­me­si­nin hak ve ger­çek ol­du­ğu­nu bil­dir­miş­tir. (Bu­ha­ri, Tıb, 36) Na­zar değ­me­si­nin hak ol­du­ğu­nu söyleyen E­fen­di­miz, baş­ka bir ha­dis­te de “do­ku­nan her kö­tü gözden” Al­lah’a sı­ğın­ma­yı, Hz. İb­ra­him’in duâ­la­rın­dan bi­ri o­la­rak üm­me­ti­ne tav­si­ye et­miş­tir. (Bu­ha­ri, En­bi­ya, 10)

Böy­le bir ra­hat­sız­lı­ğa ça­re o­la­rak da Hz. A­i­şe’den ri­va­yet e­di­len bir ha­dis­te Peygam­be­ri­miz’in göz değ­me­si­ne kar­şı du­a o­ku­ma­yı tav­si­ye etmiş­tir. Ma­ne­vî bir ra­hat­sız­lık o­lan na­zar değ­me­si­nin te­da­vi şek­li­nin de mane­vî ol­ma­sı ka­dar do­ğal bir şey yok­tur. Du­a o­ku­mak su­re­tiy­le, ta­ri­hen sa­bit ol­du­ğu ü­ze­re olum­lu ne­ti­ce­ler de a­lın­mış­tır. Bu ra­hat­sız­lı­ğın te­da­vi­sin­de da­ha çok Fâ­ti­ha, İh­lâs, Fe­lak, Nâs ve A­ye­tü’l-Kür­sî o­kun­ma­sı tav­si­ye e­dil­miş, bun­dan baş­ka o­ku­na­cak me’sûr (Peygamberimiz'den ha­dis o­la­rak nak­le­dil­miş) du­â­la­rın te­dâ­vî i­çin baş­vu­ru­la­cak bir yol ol­du­ğu bildirilmiş­tir.

NAZARLIK TAKMAK DOĞRU MU?

Na­zar değ­me­sin­de a­sıl o­la­n, biz­zat ra­hat­sız­lı­ğa ma­ruz ka­lan ki­şi­nin ken­di­si­nin okumasıdır. Bu hu­sus da te­da­vi­de dik­kat e­dil­me­si ge­re­ken ö­nem­li bir ay­rın­tı­dır. Na­zar değme­si­ne kar­şı halk a­ra­sın­da ‘na­zar­lık’ de­nen şey­ler in­san­la­rın, bi­na­la­rın ve a­ra­ba­la­rın üzerle­ri­ne a­sıl­mak­ta­dır. E­fen­di­miz’in uy­gu­la­ma­la­rın­da böy­le bir du­rum gö­rül­me­di­ği gi­bi, İslâm’ın ru­hu­na ay­kı­rı o­lan to­tem benzeri bu tür eş­ya­la­rın kullanılma­sı son de­re­ce yan­lış­tır. Za­ten Pey­gam­be­ri­miz biz­zat böylesi a­let­le­rin kul­la­nıl­ma­sı­nı ya­sak­la­mıştır. (Ne­sâ­î, Zî­net, 17)

Halk a­ra­sın­da ço­cuk­la­rın el­bi­se­le­ri­ne ma­vi bon­cuk, na­zar­lık ve iğ­de çe­kir­dek­le­ri­nin takıl­ma­sı, ev, a­ra­ba ve bi­na­la­ra at na­lı ve çe­şit­li mus­ka­lar a­sıl­ma­sı hep bu yan­lış i­nanç­tan kaynak­la­nan de­ği­şik uy­gu­la­ma­lar­dır. Tıb­ben de­ğer­len­di­ril­di­ğin­de bun­la­rın en u­fak bir fay­da­sı ol­ma­dı­ğı gi­bi, hu­ra­fe­le­rin yay­gın­laş­tı­rıl­ma­sı hu­su­sun­da da bu tür â­det­le­rin bü­yük sa­kın­ca­la­rı var­dır.

So­nuç o­la­rak di­ye­bi­li­riz ki; han­gi has­ta­lık o­lur­sa ol­sun ger­çek şi­fâ­yı ve­ri­ci o­lan Allah’tır. İn­sa­nı, na­zar değ­me­si gi­bi ra­hat­sız­lık­lar­dan ko­ru­ya­cak o­lan, ba­sit bi­rer madde­den i­ba­ret o­lan na­zar­lık­lar de­ğil, i­bâ­de­ti her da­im ken­di­si­ne yap­tı­ğı­mız Rabb’imiz­dir. Do­la­yı­sıy­la O’na sı­ğın­ma­lı, O’na yal­var­ma­lı, O’na ya­kar­ma­lı ve ne is­ti­yor­sak O’ndan istemeli­yiz...
 
BİR DUA

Bereketli ve sıhhatli bir hayat ver!

Allah’ım! Bize bereketli ve sıhhatli bir hayat nasip eyle. Bize gönül selameti, güzel afiyet, bol rızık bağışla. Bizi göç açıp kapayıncaya kadar nefsimizle baş başa bırakma. Kalplerimizi dinin üzerine sabit kıl. Maddi-manevi ne kadar sıkıntımızı gider. Hastalarımıza şifa, borçlularımıza eda, darda kalmışlarımıza deva ver. Gazabından rızana, azabından affına sığınırım.

HİS DÜNYASI

Toprak
Var Allah’ım bir şey var bu toprakta
Ağaçlar büyür ansızın.
Bitmez tükenmez sular çıkıyor
Ki kalbe lahzalar taşımakta.
 
Ki nasip bulur herkes bir başakta
Geliyor çılgın atların nal sesleri.
Ruha garip arzular veren
Garip dağlar ki uzakta.
 
Çiçekler ki her sabah uyanmakta
Kalbin ve vaktin şaşmaz cihetleri.
Parıldar sonsuz mevsim,
Rüzgârlarla yaşayan yaprakta.
 
Büyük memleketler ki şafakta
Dünyanın başka hayatlarından.
Fethin denizler kadar isabetli,
Dolaşır, hatırlar bayrakta.
 
Çiftçiler durmadan ne aramakta
Ve uykular ve yaşamak ve sevmek.
Çocuklar niçin daima düşer?
Var Allah’ım, bir şey var bu toprakta.
Fazıl Hüsnü Dağlarca
 
REHBER İNSAN

Peygamberimiz misafirperverdi

Peygamber Efendimiz (sas) misafirperverdi; ama bu güzel hasleti peygamberliğinden sonra edinilmiş bir huy ve karakter değildi. Onun misafirperverliği hep var olagelmişti. Fakir ve muhtaçlar kapısından eksik olmazdı. Evi misafirlerle dolup taşardı.

Evine gelenlere ikramı da bizzat kendisi yapardı. Bazen onların rahat edip etmediklerini kontrol eder ve onları yolcularken kapıya kadar geçirirdi. Bu yüzden misafiri kapıya kadar geçirmek de Peygamber Efendimiz'in (sas) sünnetlerindendir. Onun misafirleri arasında bazen Müslüman olmayanlar da bulunurdu. Kalabalık gelen heyetler için ise misafir çadırları kurulur ve özel olarak pişirilen yemekler ikram edilirdi.
 
ÖRNEK HAYATLAR

Öfkene hakim ol, gıybetten uzak dur

Peygamberlerden biri bir rüya görür; rüyasında kendisine şöyle denir:

- Sabah olunca karşına ilk çıkanı ye, ikinci çıkanı sakla, üçüncü çıkanın dileğini kabul et, dördüncü geleni üzme, beşinciden de kaç.

Sabah olur, peygamber dışarı çıkar. Yola koyulup gider. Karşısına bir dağ çıkar. Bu koca dağı görünce şaşırır. Kendi kendine şöyle der:

- Rabbim bana bunu yememi emretti, der ve ekler:

- Rabbim bana gücümün yetmeyeceği bir şeyi emretmez. Onu yemeğe karar verir. Dağa doğru yürür. Yaklaştıkça dağ küçülür. Tam yaklaştığı zaman koca dağ bir lokmaya dönüşür. Onu tutup yer, baldan tatlı bulur. Allah’a hamd eder, yürüyüp gider. Bu sefer karşısına altından bir leğen çıkar. Şöyle der:

- Rabbim bunu da saklamamı emretti.

Bir çukur kazıp onu gömer. Yürür, az gittikten sonra dönüp bakar. Leğenin toprak yüzüne çıkmış olduğunu görür. Geri dönüp tekrar gömer. Biraz gider, bakar ki, yine çıkmış. Bir daha gömer, yine toprak üstüne çıkar. Kendi kendine:

- Ben emredileni yaptım, diyerek bırakıp gider.

Bu sefer karşısına bir kuş çıkar. Peşinden bir şahin onu kovalıyordur. Kuş ona şöyle der:

- Ey Allah’ın peygamberi, beni sakla. Bana yardım et.

Onu alıp koynuna saklar. Peşinden şahin gelir, şöyle der:

- Ey Allah’ın peygamberi, ben açım. Sabahtan beri de bu kuşun peşindeyim. Onu yakalamak istiyorum. Kısmetime engel olma.

Kendi kendine şöyle der:

- Üçüncünün dileğini yapmam emri verildi, yaptım. Dördüncüyü üzmemem emredildi. Şimdi ne yapacağım.

Bu işe şaşıp kalır. Sonra bıçak alır; kendi uyluğundan bir parça et kesip şahine atar; o da kapıp gider. Daha sonra kuşu salar. Bundan sonra, yürüyüp gider. Kokmuş bir leş görür. Onu da bırakıp oradan uzaklaşır. Akşam olunca şu duayı yapar:

- Ya Rabbi, emrini yerine getirdim. Bu işlerin manası ne ise bana bildir.

Daha sonra, rüyasında ona şöyle denilir:

- Birinci görüp yediğin öfkedir. Önce koca bir dağ gibi görülür; sabırla öfke yutulursa, baldan tatlı olur. İkincisi iyi amelindir. Ne kadar saklarsan sakla; yine meydana çıkar.

Üçüncüsü, sana bırakılan bir emanettir, ona hıyanet etme. Dördüncüsü şudur: Bir insanın sana bir dileği ulaşırsa, onu yerine getir; isterse sana lâzım olan bir şey olsun. Beşincisi ise gıybettir. İnsanların gıybetini edenlerden ve gıybet ortamlarından uzaklaş.

ALTIN ÖĞÜTLER

İşini zamanında yap, erteleme!

Ebu Muhammed Şa’ranî Hazretleri anlatıyor:

“Keşke ben zengin olsaydım, hacca giderdim..”

“Keşke ölseydim, suç işlemeseydim..”

Bunlar hep dil hastalığıdır. İstikamet yolundan insanı çeviren sebeplerdir.

Bunların tedavisi iki edepledir:

1.
Ahireti dünyadan daha fazla tercih etmekle, tembellik zincirlerini koparmak ve Allah’ı her an anmak,

2.
İşi zamanında yapmak, ertelememektir.

HADİS BAHÇESİ

Aranızda selamı yayın!

Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.” (Riyazü’s-Salihin, Erkam Yayınları)

Hadisin verdiği mesajlar

1.
Müminlerin birbirlerini sevmeleri dini bir mecburiyettir. Karşılıklı sevgi gerçekleşmeden kamil mümin olunmaz.

2.
Müminlerin aralarında selamı yaygın hale getirmeleri sevginin önde gelen sebeplerinden biridir.

3.
Sevgi, kuru bir sözden ibaret olmayıp onun gerekleri vardır. Sevginin gerekleri müminler arasında yerine getirilmesi icap eden vazifeleri hakkıyla yapmaktır.
 
BİR NÜKTE

Çocukların eğitimi için

Eğitimciler, çocukların, kötü arkadaş ve fena çevreden korunması hususunda hemen hemen fikir birliği içindedirler. Bu itibarla, anne-baba ve eğitimciler, çocuğun, sokaktaki oyun arkadaşlarından beraber kaldığı dostlarına kadar, bu ikinci mekânı, bizzat ayarlayıp, onun önüne koymak zorundadırlar. Aksi halde, çocuğun kendine göre seçeceği yer ve dost dairesi sayesinde, bütün bir hayat boyu yuvanın da toplumun da huzursuzluk kaynağı olma ihtimali vardır.

BİR HATIRLATMA

İraden var, kontrol sende!

İnsanın, dinî görevlerini bilinçli olarak yerine getirebilmesi kendi ısrarına, kendi gayretine bağlıdır. İbadetler, o kişinin bir özelliği haline gelince insan biraz rahatlar; ama yine de dinî hayat açısından solmama, renk atmama ve zinde kalma irade, niyet ve azim ister. Mesela, sürekli, başkalarının uhrevî hayatı adına projeler ortaya koymak aynı zamanda bizim canlı kalmamızın da şartıdır.

Meşrû daireden çıkma!

Bazen bir lokma, bir öpme ya da bir bakma insanı batırabilir. Bazen bir bilgisayar, bir telefon kalbin ölümüne sebep olur da insan farkına varamaz. Meşrû dairedeki lezzetler keyfe kâfî iken bu hakîkati görmezlikten gelmek kalbi ölüme sürükler. Bazen şahsın içinden gelmeyen, riyakârca bir kelime onu manen öldürür. İnsanlar, yorgunluk ve bitkinliğinin sebeplerini, ihmal ettiği hususlarda aramalıdır.