İran'ın Ortadoğu Politikası

Abone Ol

Jeostratejik konumu ve kendine özgü siyasi yapısıyla Ortadoğu’da siyasetin önemli aktörlerinden biri olan İran, 1979'da şahlık rejimi yıkılıp, yerine İslam Devrimi ile dini esaslı bir rejim kurulunca, devlet olarak İran ve mezhep olarak Şiilik uluslararası arenada siyaset sahnesine çıkmaya başladı. İran'ın kısa süre içerisinde çevre ülkelerdeki Şiilerle kurduğu yakın temas ve söz konusu ülkelere olan etkisinin artması ''Şii Hilali'' iddiasını bile ortaya çıkardı.

Tabi Sovyetler Birliği'nin 1991'de dağılmasından sonra yaşanan bölgesel ve küresel çalkantılar İran'ın da yönünü değiştirmesini sağladı. Direniş motivasyonu olarak dini-devrimci ideolojinin yanında giderek artan milliyetçilik dalgası giderek yükseldi. İran, tarihi ve kültürel yakınlıklara sahip olduğu Kafkasya ve Orta Asya ülkeleriyle yeni ilişkiler kurdu ve güçlendirdi. Bölgedeki Şii tebaaya sahip devlet ve devlet altı grupları; askeri, siyasi ve iktisadi bakımdan destekledi. Ayrık ve militan gruplarla olan ilişkilerini yeniden şekillendirdi. Kimilerini de silahlandırarak eğitti. Bu yapıları bölgesel bir güç olmak için Sünni ülkelere karşı kullanmaktan ise hiç çekinmedi. Daha doğrusu Şiilik zemini üzerinden kendisine, Orta Doğu'da önemli bir hareket alanı açtı. Yeni iktidar modeli ile İslam dünyasında yeni etkiler uyandırdı. Ancak ortaya çıkan etkilerin yansımaları, Müslüman coğrafyalarda ümmet bilincinin oluşması ve yeryüzünde İslamiyetin yayılması şeklinde olmadı, bilakis vekalet savaşı, terör ve terörizm şeklinde kendini gösterdi.

İran, Arap-İslam dünyasında nüfuz kazanma çabaları kapsamında Lübnan'da Hizbullahdestekledi. Bu destek sayesinde Hizbullah, İsrail'e karşı etkin bir silah durumuna geldi. Yemen'de ise Zeydi Şii Husi'lere, mali ve askeri destek sağladı. Pakistan'da terör örgütü olarak sınıflandırılan ve Şii mezhebine mensup militanlardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı'nı destekledi. Bu yapının Şii militanlarını da, tıpkı destek verdiği Afgan Şiilerden oluşan Fatımiyyun Tugayı gibi Suriye’de savaştırdı.

Devrim sonrasında Irak Şiiliği de, İran tarafından planlı olarak kullanılmaya çalışıldı. Daha ilk zamanlarda ihyacı Şii unsurlardan olan İslami Davet (El-Dava) ve El-Mücahidin örgütleri desteklendi. Süreç içerisinde ise İran, Irak'taki Şii muhalefeti, Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi ismi altında bir araya getirdi ve ondan sonra da ekonomik ve siyasi yönden doğrudan belirleyici rol oynamaya başladı.

Tahran yönetimi, Birinci Körfez Savaşı'nda İran'ı destekleyen tek Arap ülkesi olan Suriye ile olan ilişkilerini de oldukça önemsemekte ve stratejik müttefiki olarak değerlendirmektedir. İran, Suriye'yi siyonist rejimle mücadelede ''direniş cephesinin ileri hattı'' olarak görmekte, ABD tarafından ilerletilen Büyük Ortadoğu Projesi'ne karşı koruduğunu düşünerek, mevcut çatışmalara derinden müdahil olmaktadır.

Türkiye'de ise İran, kendi devrimci İslam modeline Türkler arasında destek bulmak için ülke genelinde açtığı kültür merkezlerini kullandı. Bir dönem Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde güvenlik bağlamında yaşanan kontrolsüzlük İran’a, bölgede etkin olan militan hareketlere müdahil olma imkanını verdi. Bu fırsatı iyi değerlendiren İran; İslami Hareket, İBDA-C ve Hizbullah gibi Sünni dini örgütlerin ana destekçisi oldu. Diğer yandan Tahran yönetimi, kendi ülkesindeki Kürt oluşumların zayıf ve pasif kalmasını sağlarken, Türkiye'deki Kürt oluşumların ayaklanması için 1984'den itibaren sosyalist bir örgüt olan PKK'ya sürekli ve farklı boyutlarda destek vermekten geri kalmadı. Bu destekler sayesinde PKK, İran'ın Urmiye şehrinde hastane, Zeve ile Rızaiye kenti arasında eğitim aldıkları bir kışla ve sınıra yakın İran topraklarında Şehidan, Makü, Zağros ve Jerme isimli kamplara sahip oldu.

Tahran'ın dış politikasında bariz çelişkiler hemen dikkati çeker. İran, 2011 sonrası Arap Baharı hareketlerinde Yemen ve Bahreyn'de çıkan ayaklanmalar karşısında içten içe memnuniyet duymuş ve Şii toplulukların protestolarını desteklemiştir. Fakat bu protestolar yakın müttefiki Suriye'de baş gösterince ayaklanmaların dış güçler tarafından yapıldığını ifade etmiş ve fitne olarak nitelendirmiştir.

Ayrıca İran'ın, İslam Cumhuriyeti olarak ''dini inançlarla devlet yönetimini uyumlu hale getirmede çelişkili ilişkiler kurduğu'' da görülmektedir. Tıpkı Müslüman olmayan pek çok ülkeyle muazzam iyi ilişkiler kurduğu gibi. Misal olarak Hindistan'a, Müslüman komşusu Pakistan'dan daha yakın olduğu bilinmektedir. Çin, Venezuela ve Kuzey Kore gibi ateist rejimlerle sıkı bağlar geliştirmiştir. Fıkhi açıdan da hiçbir beis görmemektedir.

İran, bölgede yürüttüğü denge politikalarıyla Ermenistan'la olan ilişkilerini de güçlendirmeyi tercih etmektedir. Müslüman Azerbaycan'ın işgal edilmiş toprakları olan Dağlık Karabağ'ı geri alma harekatı karşısında İran, Hristiyan Ermenistan'ın tarafında yer alıyor. Ermenistan'ın, Azerbaycanlı sivillerin yaşadığı kasabalara saldırmasına sessiz kalırken, Azerbaycan karşılık verdiğinde Ermenistan'dan yana tutum takınıyor.

İran İslam Cumhuriyeti'nin dış politikasında, ülke güvenliğini dış tehditlerden korumanın esas olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla İran siyasetinin, artık devrimci İslami ilkeler istikametinde değil, somut ulusal çıkarlar doğrultusunda belirlendiği açık ve nettir.

İran, konumunu sağlamlaştırmak ve rakiplerini zayıflatmak için Şiiler üzerinden kendi savunma alanını, toprakları dışında kurmaktadır. Bu stratejisiyle de mücadelesinin sınırlarını yüzlerce hatta binlerce kilometre öteye kadar taşıyabilmektedir. İran üst aklı, bölgede kontrol edilebilecek yeni güç dengeleri oluşturmak amacıyla ilerletilen Büyük Ortadoğu Projesi'ndeki tehlikenin de farkındadır. Dolayısıyla İran'ın, Filistin'de Hamas'ı desteklemesi, aynı tevhit inancına sahip olmasından dolayı değil, yıllardır oluşturmaya çalıştığı ileri savunma hattının öncü birliklerinden olmasından dolayıdır. İsrail ve ABD ile bu öncü birlikler üzerinden zaten yıllardır da savaşmaktadır.