Hz. Ali, Hz. Fatıma’yı Peygamber Efendimiz’den nasıl istedi?

Abone Ol
Bütün üzüntüleri anında yok olmuş ve artık Hz. Ali, herkesin gıpta ile baktığı birisi hâline gelmişti. Nasıl olmasın ki o, bir sürü meziyeti yanında aynı zamanda artık Allah Resulü’nün kardeşiydi. İlerleyen yıllarda ise damadı olacaktı.
 
İki Cihan Güneşi Sevgili Peygamberimiz Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra Medine’de her bir muhâciri, Medineli bir ensârla kardeş ilân ediyordu. Teker teker herkesi eşleştirmiş ama geride Hz. Ali’ye kardeş olacak bir Medineli kalmamıştı. Çok üzüldü ve bu üzüntüsünü dile getirdi hemen Allah Resûlü’nün huzurunda. Delikanlı Ali, hicretin kahramanı Haydar-ı Kerrâr, çocuklar gibi mahzun, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Bir taraftan da Allah Resûlü’ne naz makamında sitem ediyor;
- Herkesi kardeş ilân ettin, ama benim kardeşim olmadı, diyordu. Meğer o ne saadet ki, onun kardeşi, insanlığın en emini, Allah’ın da Resûlü olacaktı. Elini omzuna koydu ve kucakladı önce. Ardından da herkesin huzurunda bu gerçeği şu cümlelerle ilan ediverdi:
Dünya ve âhirette senin kardeşin, Ben’im yâ Ali!..
Bütün üzüntüleri anında yok olmuş ve artık Ali, herkesin gıpta ile baktığı birisi hâline gelmişti. Nasıl olmasın ki o, bir sürü meziyeti yanında aynı zamanda artık Resûlullah’ın da kardeşiydi.
Hicretin üzerinden iki yıldan daha fazla bir zaman geçmişti ki kader, Allah Resûlü’nün kardeşi, evindeki evladı, yanındaki yardımcısı ve göz bebeği Hz. Ali’yi, kendi kızı Fâtıma ile evlendireceği zemini hazırlamaya başlamıştı.

ONU SENİNLE EVLENDİRECEK!
Sahabeden birisinin Fâtıma’yı babasından istediğini duyan bir başka sahabi Hz. Ali’nin yanına gelmiş ve bu işe kendisinin daha layık olduğunu ifade ederek, gidip Resûlullah’tan Fâtıma’yı kendisinin istemesi konusunda zorlamıştı onu. Ancak Hz. Ali’nin yanında, Resûlullah’ın kızını nikahlayacak kadar mal ve mülkü yoktu ve bundan dolayı;
- O’nunla evlenecek neyim var ki benim, diye tepki verdi. Ancak, olacakları tahmin eden bu ferasetli sahabi ısrar ediyordu:
- Sen bir git hele.. Onu seninle evlendirecektir.
Resûlullah’la akraba olmayı kim istemezdi ki? Hele Fâtıma gibi, oturuşuyla, kalkışıyla, yürümesiyle babasını hatırlatan bir hayat arkadaşına kim itiraz edebilirdi ki? Hayadan kan-ter içinde kalan Hz. Ali, bu kadar ısrar üzerine utanarak Hz. Peygamber’in yanına geldi. Efendiler Efendisi’nin heybeti karşısında nutku tutulmuş, bir türlü konuşamıyordu. Hâlden anlayan Söz Sultanı devreye girdi;
- Buraya niye geldin? Bir ihtiyacın mı var, diye sordu önce.

HZ. ALİ MAHCUP OLMUŞTU
Konuşması için verilen bu fırsatı da değerlendirebilecek gibi değildi Hz. Ali; başını eğdi önüne ve sükûtu tercih etti yeniden. Anlaşılan, konuşması için daha açık konuşmak gerekiyordu. Bu sefer Allah Resulü;
- Sanki Sen, Fâtıma’yı istemek için geldin, deyiverdi tatlı bir ses tonuyla…
Yerin dibine girecek gibiydi. Ancak Allah’ın Resûlü’ne de bir şeyler denilmeliydi. İşin doğrusu, Fâtıma ile evlenmeyi de istiyordu. Başını azıcık kaldırır gibi yaparak;
- Evet, diyebildi sadece.
Allah Resûlü, onu daha fazla mahcup edip sıkmak istemiyordu. Belli ki, bu işin gerçekleşmesini arzu ediyordu. Müşterek arzuya dönüşen bu nikâh, bizzat Allah Resûlü tarafından kıyılacak ve onun pak neslini devam ettirecek olan yuva böylelikle kurulacaktı.
Bu kutlu evlilikten Hz. Hasan ve Hüseyin dünya gelmişti. Hz. Ali, baba, Efendimiz (sas) ise dede olmuştu. Allah Rasulü torunları Hz. Hasan ve Hüseyin’i dede şefkatinin üzerinde ayrı bir muhabbetle seviyordu.
 
BİR DUA
Verdiğin nimetler için
Ey Alemlerin Rabbi! Orucumla, açlığım ve susuzluğumla acizliğimi bildiriyorum. Sahurdaki manevi zevkimle, oruçtaki şevkimle, iftar vaktindeki neşemle, göklere ve yere, insanlara ve meleklere ilan ediyorum: “Beni âlemlerin Rabbinden başka hiç kimse doyuramaz.” Verdiğin nimetler için sonsuz teşekkürler.

ALTIN ÖĞÜTLER
Servetinle sakın böbürlenme!
İslâm âlimlerinden Muhammed İbn-i Semmâk Hazretleri, Abbasi halifelerinden birisinin huzuruna gelir. Halife, bir bardak  ile  su içiyordur.  Bu sırada  Halife,  İbn-i Semmâk’a:
- Bana öğüt ver, der. İbn Semmâk:
- Sen şiddetli susuzluğa yakalandığın vakit, bu suyu ancak sana bütün servetin karşılığında verecek olsalar ne yapardın diye sorar. Halife:
- Bütün servetimi verir, bu suyu alırdım, der. Bunun üzerine İbn-i Semmâk:
- O halde, bir bardak su değerinde olan servetinle sakın böbürlenme, der.
 
HADİS BAHÇESİ
Hem dış, hem de iç temizliğine dikkat et!
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Temizlik imanın yarısıdır. Elhamdülillah duası mizanı, subhanallah ve elhamdülillah sözleri ise yer ile gökler arasını sevap ile doldurur. Namaz nurdur; sadaka burhandır; sabır ziyadır.” (Riyazü’s-Salihin, Erkam Yayınları)
Hadisin verdiği mesajlar
1. Sabır, bir müminin enerji ve ışık kaynağıdır.
2. Başarıya ulaşmak için sabır şarttır.
3. Abdest, Allah’ı anma, namaz, sadaka, Kur’an; bir müminin hayatındaki en önemli vazgeçilmezlerindendir.
4. Dinimiz temizliğe çok önem verir. Mümin, hem dış hem de iç temizliğine dikkat etmeli.
 
BİR NÜKTE
Rahat ve rehavete kapılma!
Akıcılığını kaybedip hareketsiz kalan suların, kokuşup bozulduğu gibi, kendini rehavete terk eden tembel kimselerin de çürüyüp zâyi olması muhakkaktır. İnsanda, kendini tamamen dünyaya salıp rahat etme arzusu, ilk ölüm alarmı ve işaretidir. Ancak fert, hissiyatıyla felç olmuşsa, ne bu alarmı duyacak ne de bu işaretten bir şey anlayacaktır. Tabi dostların ikaz ve uyarılarından da...
 
BİR HATIRLATMA
Dünyada ölümden başkası yalan
Acaba, hepimizi yüzde yüz ilgilendirdiği halde, kendisine karşı gözümüzü kapadığımız “ölüm” gerçeği bizi ne kadar ilgilendiriyor? Etrafımızdaki pek çok cenaze, sırası gelince bizlerin de bu dünyadan ayrılacağını haykırmakta; meskun mahallerin dışına itsek de arada bir zihnimizin kaydığı mezarlıklar kaçınılmaz akıbetimizi haber veriyor.
Bazen bir yakınımızın vefatı, bazen de hastalılıklar münasebet(siz)liği ile günün birinde her şeyden koparılacağımızı, arada bir hatırlasak da, şükür ki (!) bu tatsız konuyu unutturacak yoğunlukta spor, siyaset ve magazin misüllü gündemlerimiz bulunuyor.

ÖLÜM, EN BÜYÜK GERÇEK
Ama bütün bunların mukadder gerçeği değiştiremeyeceğinin de farkındayızdır. Ne aktüalite ne de modern hayatın oyuncakları ve fantezileri bu vakıayı unutturmakta… Kim bilir hangi şekliyle ecel bizleri takip etmektedir. Zira bizim onu unutmamız onun da bizi unuttuğu anlamına gelmemekte, bir gün ismimizin anons edileceği hakikatini değiştirememektedir.