Her şey bize O’nu anlatıyor

Abone Ol
Yüzümüzü semaya çevirip, bize tebessüm eden yıldızlarla yaldızlanmış gökyüzüne baktığımızda, devasa gök cisimlerini en küçük bir düzensizliğe meydan vermeden gezdirip dolaştıran, ahenkle yörüngelerinde tutan Allah’ın mevcudiyetini ve kudretini müşahede ederiz.
 
Bakışlarını evrende gezdiren insanın, kendisini ve diğer mahlûkatı mükemmel bir uyum ile yaratıp gıdalandıran, her şeyi insanlara faydalı hâle getiren Allah’ı anlamaması ve tanımaması basiretsizliktir. Dikkat edildiğinde, insan vücudunun nelere ihtiyacı varsa, hepsinin en uygun şekilde istifadesine sunulduğu görülür.

Mesela mikroskopla görülebilen ve mikronla ölçülebilen hücrelerin bile gıdalanması ve hayatiyetlerini devam ettirmeleri söz konusudur. Asitlerden ve aminoasitlerden oluşan hücre, ortadaki çekirdek ve etrafındaki stoplazma ile dıştaki incecik zardan meydana gelen elsiz, ayaksız bir şeydir. En küçük dış müdahalelerden bile zarar görüp hayatiyetini yitirebilecek bu çok hassas yapı, ağzımıza koyduğumuz her şeyden ve teneffüs ettiğimiz havadan nasibini alır. Gerekli mineralleri, vitaminleri, karbonhidratları ve oksijeni temin edip, hareket eder ve çoğalır. Bulunduğu yer ve yapısı itibariyle yürümesi, uçması ve yüzmesi mümkün değildir ama o hücre, yaratılışının gereği hemen her yöne hareket eder, hemen her yere gider ve bölünerek ürer. Bir iken iki, üç, dört olur. Özelliklerini koruyarak mevcudiyetini devam ettirir.

KAİNATTAKİ BAŞDÖNDÜRÜCÜ UYUM

Bir hücrede görülen bu durum birbirine bağlı daireler hâlinde, kâinatın her tarafında da görülür. Hücreyi büyütsek insan, insanı büyütsek kâinat olur. Kâinatı küçültsek insan, insanı küçültsek atom meydana gelir. İşte kâinatta böylesine bir uyum ve tevhid vardır. Bu açıdan: “Yeryüzü nedir?” sorusuna: “İnsanı var eden, onu birtakım arzular ve ihtiyaçlarla yaratan Allah’ın o ihtiyaç ve arzulara cevap vermek üzere hazırladığı bir sofra, bir ambar veya bir eczahanedir” cevabı verilebilir.

Yüzümüzü semaya çevirip, uzaktan uzağa göz kırpıp, bize tebessüm eden yıldızlarla yaldızlanmış gökyüzüne baktığımızda; yeryüzündeki kumlardan daha çok ve bizim küremizden binlerce defa büyük küreleri, en küçük bir düzensizliğe meydan vermeden gezdirip dolaştıran, ahenkle yörüngelerinde tutan Allah’ın mevcudiyetini ve kudretini müşahede ederiz.

ALLAH VARDIR

Bu perspektifle baktığımızda, elektronikten kozmolojiye, atom fiziğinden radyolojiye kadar her şeye hükmü geçen Allah’ı görür, yıldızların, güneşlerin, galâksilerin, kozmik bulutların, hâttâ en küçük meteorların kendi dilleri ile “Allah vardır. Bizi, feza boşluğunda tutup, birbirimize çarptırmadan gezdiren, ahenkle dolaştıran O’dur” dediklerini duyarız.

Atom altı âlemden gezegenlere kadar her şeyin, Allah’ın emirlerini dinlemeleri ve O’nun emirlerine âmade oluşlarını görmek için kâinata baktığımızda da, O Mükemmel ve en büyük Kumandan’ın, adeta ordularına “İleri Marş!” emrini verişi gibi, zerrelere “Yürüyün!” dediğinde yürüdüklerini, kürelere “İleri!” dediğinde hareket ettiklerini ve her şeye istediği nizamı verdiğini görürüz. İşte bunları görmek, ilmimiz ve aklımızı kullanıp tefekkür ederek, kâinatın Kumandanını bulduğumuz an, biz de: “Ey büyük kumandan! Seni tanımaya, yüceliğine uygun kulluk yapmaya geldim” diyecek, secdeye kapanacak, O’nun büyüklüğünü ve kendi küçüklüğümüzü idrak ederek kulluğun tadına varacağız.

HÜCREDEN ALLAH’A

Canlıların en küçük parçası olan hücrenin içine girdiğinizde, harikalarla karşılaşırsınız. Mesela, insan vücudunu meydana getiren hücreler ile hayvanların ve bitkilerin hücrelerini meydana getiren hücrelerin birbirinden farklıdır. İnsan vücudundaki bir hücrenin hemoglabin sayısı altmışdokuzbin ise hayvan hücresindeki hemoglobin sayısı kırkbindir. Bu sayılar hiçbir zaman değişmemektedir. Bunların dizilişi ise birbirine karşılıklı zincirler gibidir. O halkaların herhangi birine müdahale edildiği an, zincir bozulmakta ve canlının hayatiyetinin kaybolmasına sebep olmaktadır.

Her hücrenin içindeki kimyasal maddeler farklı miktar ve çeşitliliktedir. Kimisinde demir, kimisinde fosfor, kimisinde magnezyum bulunmakla birlikte miktarları da farklıdır. Hücrenin yapısına göre değişiklik gösteren bu miktar ve çeşitlerin değişmesi ihtimali ve imkanı da yoktur. İlmî araştırmalar neticesinde, basit bir misal olarak dikkatinizi çektiğimiz, vücudun en küçük parçası olan hücrenin bu boyutu ile ilgili olarak şu hakikata varılmıştır: “Zerreleri hareket ettiren, atomlara yol gösteren; bunları şekillendirip, nizama sokarak insanı, hayvanı, bitkiyi ve bütün eşyayı karakteristik hususiyetlerle ayrı ayrı yaratıp yaşatan Allah’tır.”

BİR SORU-BİR CEVAP

Televizyona nasıl söz geçirebiliriz?

Televizyon; evimizin “davetsiz” misafiri, ailenin “yaramaz, şı­­marık, bazen de muzır” çocuğu... Onu başköşeye oturttuktan sonra bir daha indi­re­mi­yo­ruz. O konuşuyor, biz dinliyoruz; o oynuyor, biz seyredi­yo­ruz. Milletin hislerine hitap eden programlar, genel yayın akışının kü­­çük bir kısmını oluşturuyor, tamamına yakını ise kalbe ve ru­­ha anlatılamayacak derecede zarar veriyor.

Televizyonun başımıza açtığı dertlerden birisi de, insan iliş­ki­lerini azaltması, komşular arasındaki irtibatı eksiltmesidir. Akraba ziyaretlerinin tadını tuzunu kaçırarak bu ziyaretlerin sı­radan bir gelip gitmelere bağlı kalmasına sebep olması, ba­zen de iyice kesilmesini netice vermesidir.

Evet, bütün insan ilişkilerinde olduğu gibi, buna benzer du­rum­larda da, Müslüman’a yakışan akıllı davranmak, aşırılığa var­madan hareket etmek, davranışlarının dozunu iyi ayarla­mak, meşru çâreler aramaktır. Çünkü iyiliği tavsiye, kötülükten sakındırma, hiçbir zaman ü­ze­rimizden atamayacağımız dinî bir vazifedir. Hele ilişkiler ak­rabalarla olunca iş daha da farklı bir durum arz etmektedir. Zirâ çok ciddi bir gerekçe olmadan akraba ve komşularla o­lan alâka kesilmez.

Televizyonun bu kadar olumsuz yönlerinin olması; mutlak olarak âletin ve icadın kendisine düşman olmamız mânâsına gel­memelidir. Başta bütün yeni icatlar olmak üzere, te­­levizyonun kendisine düşman olamayız. Çünkü bu bir bıçak gi­­bidir. Kasabın elin­de et keserken, câninin elinde cana kıy­mak­tadır.

Televizyonun bizi rahatsız eden tarafı yayınlarıdır, kullanı­mın­­daki yanlışlıklardır. Acıyı sevmiyorsak, acı yemekten kaşığımızı nasıl çekebiliyor­sak, kalp ve ruh midemizi rahatsız eden program­ları da o ko­laylıkla izlemeyebiliriz. “İyisini al, kötüsünü bırak” kuralınca hareket edersek, rahat­­layacağımız şüphesizdir.
 
BİR DUA

Bizi gösterişten uzak eyle

Ey Rabbimiz! Ömrümüzün en hayırlı anını son anımız, amelimizin en hayırlısını son amelimiz ve günlerimizin en hayırlısını ise Sana kavuştuğumuz gün kıl. Bizi Senin rızana ulaştıracak amellere muvaffak kıl. Ey Rabbimiz! Gafletten, başkaları duysun ve görsün diye bir şey yapmaktan Sana sığınırız. Bizi riyadan, gösterişten uzak eyle.

HİS DÜNYASI

Geçmiş
Gide gide nereye vardım
Karlı bozkırda koşup koşup
Bodur bir ağaç kaldı belleğimde
Gümüş yüzükler gibi incelmiş
 
Babam didinirmiş hababam
Fincan çekilirmiş sırtına
Uzun ırmakları yorgunluğun
Oturma odamızdan geçermiş
 
Derken gökyüzü girmiş araya
Derken giriş o giriş
İbrişim örülü bencilliğimi
Büküp eğiren hep kelimelermiş
 
Bir çağ adı gibi hep anılacak
Diye düşünmüştüm ama değilmiş
Ey özenle dokunulmuş sırmalı kumaş
Bir kez bile giyilmeden eskimiş
 
Gide gide nereye vardım
Karlı bozkırda koşup koşup
Bodur bir ağaç kaldı belleğimde
Gümüş yüzükler gibi incelmiş
Hilmi Yavuz
 
REHBER İNSAN

“Öğrenmeye hazır olma” metodunu kullanırdı

Resulullah Efendimiz'in (sas) ashabına bir şeyler öğretirken takip ettiği yol eğitim ile alâkalı çok önemli kuralları da ortaya koymaktadır. Allah Resulü'nün eğitim metodunda çağdaş eğitimde “öğrenmeye hazır olma” denilen prensibe öncelikle dikkat ettiğini görüyoruz. Hadislerdeki kısalık ve özlük, her birinin birer vecize niteliğinde oluşu bu sebebe dayanır. Sahabeden İbn Mesud bu durumu şöyle anlatır: “Ashabı usanıp sıkılır düşüncesiyle Resul-i Ekrem bize her gün değil, arada bir vaaz ve nasihat ederdi.”

Allah Resulü, öğrettiklerinin anlaşılıp anlaşılmadığını kontrol eder, öğrenilenlerin de uygulanmasını isterdi. Sahabeye, ibadetlerini tam ve noksansız yapmalarını emreder, onlara nasıl yapacaklarını anlatır, kontrol eder, gerektiğinde hatalarını gösterirdi. İyice anlaşılması ve zihinde yer etmesi için önemli konularda sözü üç defa tekrar ederdi. Bu tekrar esnasında onun mübarek ağzından çıkan kelimeler, adeta sayılabilirdi.

ÖRNEK HAYATLAR

Ateş, dünyadan gidiyor

Abbasi’lerin ünlü halifesi Harun Reşid zamanında yaşamış olan Behlül DânâHazretleri, dönemin evliyasındandı. Zaman zaman aklından zoru olan kimselere has tavırlar takınır, herkes de bundan dolayı kendisini deli sanırdı. Ama bunu maksatlı yapardı. Behlül Dânâ Hazretleri, daima Harun Reşid’in yakınında bulunur, çeşitli sebepler hasıl ederek onu uyarırdı. Bir gün Behlül, üstü başı toz toprak içinde uzun bir yolculuktan gelmiş olmanın belirtileri ile Harun Reşid’in huzuruna çıktı. Harun Reşid sordu:

- Be ne hal Behlül, nereden geliyorsun?

- Cehennemden geliyorum ey hükümdar.

- Ne işin vardı cehennemde?

- Ateş lazım oldu da ateş almaya gittim.

- Peki, getirdin mi bari?

- Hayır efendim getiremedim. Cehennemin bekçileriyle görüştüm, onlar “Sanıldığı gibi burada ateş bulunmaz, ateşi herkes dünyadan kendisi getirir” dediler.
 
ALTIN ÖĞÜTLER

Kusurları örtücü ol

Allah dostlarından Musa Efendi şöyle buyuruyor:

Birçok kimseler, ibâdete çokça yöneldikleri hâlde, Cenâb-ı Hakk’ın sıfatı olan “settâru’l-uyûb”, yani ayıpları örtücülük ve kusurları affedicilik hasletine lâkayt kalıyorlar. Bu sebeple de tam istenildiği gibi gönül dünyalarında yükselemiyorlar. Hâlbuki bağışlamak ve kusur örtmek, güzel ahlâkın en ehemmiyetlilerinden biridir. Allah, biz kullarının sayısız kusur ve hatalarını örtüp affettiği gibi, biz de affedici olmalıyız. Zira Allah sevgisine sahip olanlar, affetmeyi bilirler.

Bütün hüner, bu dünya hengâmesinde ve bin bir türlü meşgale içinde Hak’la beraber olabilmektir. Bu öyle hoş bir hâldir ki, Cenâb-ı Hakk’ın kuluna bir atiyyesi, yâni hediyesidir. Bu pek yüce vazifeyi yerine getirebilirsek, dünyanın gel-geç oyuncaklarına aldanmaktan da kurtuluruz.

HADİS BAHÇESİ

Malın mı var, ilmin mi?

Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “İki kişiye gıpta edilir. Allah’ın verdiği malı hak yolunda harcamayı başaran kimse. Yine Allah’ın kendisine verdiği ilim ve hikmet ile yerli yerinde hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse.” (Riyazü’s-Salihin, Erkam Yayınları)

Hadisin verdiği mesajlar

1.
Mal ve ilim insanda cimrilik duygularını kamçılayan iki değerdir.

2.
Bu iki nimeti hak yolunda değerlendirebilen kimseler gıpta edilmeye layık kişilerdir.

3.
Her nimet kendi cinsinden şükür ister. Mümin kendisine verilen malın şükrü adına o maldan bir kısmını ihtiyaç sahiplerine vermeli. Kendisinde ilim varsa onu da yine Allah için etrafındaki insanlarla paylaşmalı.
 
BİR NÜKTE

Kendi kusurlarını sorgula

Maalesef hâlâ insanlarda kusur arıyor ve onları kusurlarından dolayı sorguluyoruz. Aslında sorgulanması gereken kendi kusurlarımızdır. Biri boğazına kadar çamura batsa, öte yandan çamur senin sadece topuğuna bulaşmışsa, bu durumda karşındakini sorgulayıp “Bu kadar çamur da ne?” demeye hakkın yoktur. Burada kendini sorgulaman esastır. Allah’ın onu halas eylemesi için dua edebilirsin sadece; su-i zanna girmeden, gıybet edip çekiştirmeden...

BİR HATIRLATMA

Çocuğumu zararlı alışkanlıklardan nasıl koruyayım?

1.
Çocuklarını zararlı alışkanlıklardan korumak ve onlara olumlu ve düzenli bir hayat yaşatmak isteyen ailelerin yapacakları en önemli şey, iç yaşantılarıyla çocuklarına örnek olmak ve onlara doğruları göstermektir. Ailesinde zararlı alışkanlıklara karşı olumlu ve önemli davranış örnekleri gören çocuk kolay kolay zararlı alışkanlıklara yönelmez.

2.
Çocuklara yeteri kadar para verilmelidir. Eğer ihtiyaçtan fazla para verilirse, lüzumsuz ve zararlı yerlere harcayabilirler. İhtiyaçtan az verilirse de para bulmak için bazı olumsuz alışkanlıklar edinebilirler. Buna dikkat edilmelidir.

3.
Çocuğun arkadaşlarına ve içinde bulunduğu çevreye dikkat edilmelidir. Çocuğu kötü alışkanlıklara iten arkadaşları varsa, bu izlenilmeli, gerekli tedbir de alınmalıdır. Eğer bunun üstesinden gelmek zorsa, öğretmeniyle ilişki kurulmalı, konu okul idaresine kadar götürülmelidir.

4.
Aile yuvası, çocuk için çekici ve sıcak bir ortam hâline getirilmelidir. Çocuk her türlü neşeyi, huzuru ve mutluluğu ailesinde bulursa, problemlerini ailesiyle paylaşırsa, dışarıyla paylaşacağı bir şeyi kalmaz. Bu şekilde zararlı alışkanlıklardan korunmuş olur.

5.
Çocuklarınıza moral değerler aşılayın. Sevgi, saygı, hak, hukuk, tarih ve inanç gibi değerler çocuğun kişilik yapısına son derece olumlu katkılar yapar. Çocuğun kendi kendini denetlemesine, bir kişilik kazanmasına ve belli bir ideal oluşturmasına zemin hazırlar. Millî-dinî duyguları ve bilinci almış olan bir çocuk, örnek davranışlar sergiler ve zararlı alışkanlıklardan korunmaya çalışır.