GÖZLERE ŞENLİK!
"Haydi, çıkalım…" dedim eşime.
Özensiz kıyafetlerimizle bıkkın bir şekilde çıktık dışarıya. Müzik çalar da biraz hüzünlü bir parça ile yollarda dolaşıyoruz. Tartışmadık, zıt düşmedik birbirimize ama ikimizin de yüzü asık…
Ben sadece ikimiz oluruz diye düşünüyordum arabada meğer bizden önce istemesekte kurulmuş sessizlik kralı arka koltuğa, hüzün havası da zaten bizimle birlikte daldı içeriye dört arkadaş dolaşıyoruz şehrin yollarında. Fazla kalabalık yok, gayet sakin her yer. Gecenin bu saatinde açık bir kaç esnaf ve ilerlemiş saatin sadeliğine esir olan birkaç âşık çift birde biz…
Terminale götüren yol kalabalık, ne zaman döndük farkında bile değilim. Otobüsler oya gibi dizilmiş. Bizimle birlikte kırmızı ışıkta duran otobüsün her koltuğunda ayrı bir dünya var. Her dünyanın görünen yüzü farklı… Kimi sevinçli, kimi hüzünlü…
Derken müzik değişiyor. Arka koltukta ki sessizlik kralı bile kıpır kıpır biz gibi. Meğer evlerinize misafir olmuşum farkında olmadan. Gözüm pencerelere ne zaman takılmış ki öyle? Ne zaman dalmışım sizin mahreminize inanın hiç farkında değilim. Güzel evler göz dolduruyor yol kenarlarında. Hele boydan boya cam kaplıysa ve perdesizse pencereleriniz oh gönüllere şenlik, gözlere şenlik vallahi…
Berjer takımlar inci asaletinde camınızın kenarında. Fiskos masalarının üzerinde ki afili çiçekleriniz iç açıyor. Evin reisi gayet şık bir şekilde oturmuş koltuğuna gazetesini okuyor. Hanımefendi, evin reisinin tam zıttı, son model mutfağının perdesiz pencerelerinden görünüyor sık sık, oldukça seksi kıyafetiyle temizlik yapıyor. Yalnız çöp kovanız yanlış yerde hanımefendiciğim, o güzelim pencerenin önünde kovanız oldukça eğreti durmuş orada. Hem güzel fiziğinizi yeterince iyi göremiyoruz buradan…
Yol hali diye bir program vardı eskiden. Kamera ilginç her yere merceğini sabitlerdi. Beyinde öyle demek ki;
"Kilitlen!"
Diyor anında gözlere…
"Bak işte doya doya!"
"Sen seyret!"
"İmren!"
"Mahremiyete dal!" diye açılmış perdeler…
İnsan gözlerini kaçırmak istiyor ama nafile, iradesiz bakışlar tutamıyor kendini. İkinci bakışlar ise tamamen meraktan gözetliyor artık. Ardından gelen diğer bakışlar günaha davetiye çıkarıyor. Silkinip geri çekiyorsunuz bakışlarınızı lakin beyninizin içinde bir deli ses yankılanıyor;
"Sen neden utanıyorsun?"
" Neden korkuyorsun ki onlar zaten bunu istiyorlar…!"
Diyor sürekli.
İnsan hep güzele, hep yasak olana bakmak istiyor biliyorsunuz. Fütursuzca bakıyor artık.
İçimden geçmiyor değil hani suça karşı teşvik unsuru olabilir mi diye?
Düşünsenize perdeleri sonuna kadar açık çok güzel bir ev görüyorsunuz.
Zengin görünüm, şık döşeniş gözünüze takılıyor. Değerli birçok eşyanın varlığı sizi cezbediyor. Bir hırsıza davetiyeyi açıktan vermek gibi bir şey bu…
Ev hali; insanlar evinde rahat bir giyimi tercih eder her zaman. Güzel avizelerinizin, apliklerinizin veya abajurlarınızın ışığında, iç kıyafetinizle rahatça dolaşmanız ki evinizdesiniz tabi ki dolaşacaksınız ama dışarıda ki tehlikeleri ne kadar göz önünde bulunduruyorsunuz?
Eşyalarımızdan, evimizden ve göstereceğimiz! güzelliklerden daha değerli olanı bizim ve sevdiklerimizin can güvenliği değil midir?
Mahremiyetimizi, evimizin o eşsiz güzelliğini ve en yakınımızda ki sevdiklerimizi tüm tehlikelerden, kem gözlerden, sadist duygulardan taciz unsurunu gözeterek saklamamız gerekmez mi?
Can ve mal güvenliğimizden daha değerli ne olabilir ki?
Son yıllarda işlenen cinayetler, çocuk kaçırmalar, hırsızlık olayları hep yasaklara olan ilgi yüzünden değil midir?
O güzel evlerimiz, pırlantalar gibi ışık saçan ailemiz, canımızın yongası güzel eşyalarımız dışarıya göz ziyafeti olarak yansırken aman dikkat edelim aniden yön değiştirip acı olarak evlerimize dönmesin.