GEREDE İ.H.L'DE DÖRT YIL


(1974-1978)

İstanbul Fatih İmam Hatip Lisesi müdürü Hayati Ülkü hocamız kontenjan yok deyip beni okula almadı. Ben de,  Bolu Gerede İmam Hatip Lisesinin yolunu tuttum. Ortaokuldan çıkış belgemi de “sanat okuluna gideceğim” diye almıştım.

Okulların açıldığı gündü. Sırtımda yorgan, elimde tahtadan valiz. Vardım okulun kapısına. İçeri girdim. Yorganı ve valizi bir kenara koydum. Adamın biri, kimi aradığımı sordu. Okumak için geldiğimi, nereye müracaat edeceğimi sordum. Önüme geçip, doğruca müdür yardımcısının önüne dikti beni.  Müdür yardımcısı, tepeden tırnağa beni süzdü. “Niye geldin, nereden geliyorsun?” diye sorgu-sualden sonra “çağır velini de kayıt edelim” dedi. “Velim yok benim” dedim. “O zaman çık dışarı” dedi. “Çıkmıyorum, okumak için geldim. Kalacak yerimde yok.” Biraz, bıyıklarını dudakları ile sağa sola çevirdi. Beni odasına götüren adam. “Velisi benim, kayıt ediver hocam. Herhangi bir sıkıntı olursa ben sorumluyum,” dedi. Bu adam da kim? Okuldaki arkadaşların bildiği, gece bekçimiz, ismini yanlış hatırlamıyorsam Mustafa abimiz, adam gibi adam. Ben çok vefasız biriyim. Onu hiç arayıp sormadım, şimdi soramıyorum da artık. Bu dünyanın altında mıdır, üstünde midir bilmiyorum. Tek yaptığım, okumama yardımcı olanların hem bu dünyada, hem de ahirette mutlu olmaları için dua etmek. Elimden gelen de budur.

Okulun ilk günü, kapıda karşılaştığım, öğretmenlerinde kendisine iltifat ettiği, kelli-felli, takım elbiseli birini gördüm ve hemen “hazır ol” vaziyetine geçtim. Ders zili çalıp sınıfa çıktığımda, ismini sonradan öğrendiğim, bir yıl sınıf arkadaşım olan ve okul bitinceye kadar da samimiyetimiz bitmeyen bir arkadaşımız çıktı.  Eskiden sınırlama olmadığı için, sınıflarda dilediğin kadar okuyabilirmişsin, herhalde. Aynı yıl yatılılık ve bursluluk sınavlarına girdim ve kazandım.

Okulumu yatılı olarak okudum. Yeme-içme, giyim- kuşam, yatıp-kalkma devletten, bize düşen tek şey ders çalışıp başarılı olmak. Onu da tam yaptığımı söyleyemem. Sebebini de sormak isteyen vardır her halde. Maddi durumumuz iyi değildi. Okul masraflarımı yazın çalışır, yetmeyeni de ailem, aile tanıdıklarım takviye ederlerdi. Tatil günlerinde de bazen, okul kantininde, çarşıda bir lokantada, bir çay ocağında veya fotografçıda çalıştığım olurdu. Bunları okul arkadaşlarım bilmezlerdi. Onlar beni hep maddi durumu iyi olarak bilirlerdi. Unutulmaz anılarımız vardır. Bir bahar mevsimi Esentepe’de asırlık ağaçların altında ders çalışmak, pide yaptırmak için mantar toplamak veya hayal dünyasında gezinmek gibi.

Okullar yaz tatiline girmişti. Yatılı öğrencilerden kalan, yok denecek kadar azdı. İşi olan, iş arayan ve yol parası olmayıp da kalan birkaç öğrenci görünüyordu etrafta. Alt sınıflardan ikisi dikkatimi çekti. “Siz, neden ayakaltında dolaşıyorsunuz” diye kendilerine çıkıştım. Bizde büyüklere saygı ilk sıralarda gelirdi. “Abi bizim yol paramız gelmedi.

Paramız yok?” dediler. Birden dikilip kaldım. “Bir yerde çalışıp para kazanırım. Bunlar çok küçük, anne babaları da beklerler” diye düşündüm. “Allah’ım sen bizlere yardım et” diye geçti içimden ve cebimdeki kendi yol paramı verdim.
 Tabi ki okulların açıldığı ilk gün iki delikanlı “abi sağ ol” deyip, geri almamak üzere verdiğim ve unuttuğum parayı elime uzattılar. Artık son sınıf öğrencisiyim. Sınıf arkadaşlarım albüm yaptırmak için bana da geldiler. Cebinde parası olmayan, yol parasını düşünen biri için, bu lüks bir harcama idi. Arkadaşların kalbini kırarcasına, çok ısrar etmelerine rağmen katılmadım. Onlar bilmiyorlardı, benim parasız olduğumu. Evet, kardeşim beni köyüne götürmek için çok ısrar ettin, ama her defasında ret ettim. Her halde şimdi sebebini anlamışsındır. Hepinizden şimdi özür diliyorum.

Manevi dünyamızın da şekillenmeye başladığı yıllardır. Gerede Milli Türk Talebe Birliğinin müdavimlerinden olmaya başladık. Zaman zaman Rabbim rahmetini eksik etmesin, Ekrem Doğanay hocamızın sohbetleri ile gönül dünyamıza damlalar akıtmaya gayret ederdik. Arada, Ankara yollarına düşüp, İmam Hatip Liselilerine yapılan ayrımcılığın kaldırılması için, Ulus-Tandoğan meydanlarında yürüyüş ve toplantılara katılırdık. Milli bayramlarda yürüyüş yaparken mehter marşı söyleyerek yürürdük. Hiçbir zaman öne çıkıp sivrilmedim. Geride de kalmamaya çalıştım. Ortalarda kalmayı tercih ettim. Halende öyleyim.

Aşçımız koca ustayı ve yardımcısı Cumali’yi unutmak mümkün mü? İçinizde yatılı okuyanlar vardır. Yemek saati harici, bir bardak sıcacık çay veya fırından yeni gelmiş sıcacık bir pide parçasının ne kadar mutlu ettiğini bilmeyen yoktur. Tabi içimizdeki tiryakilerin yüzünden yediğimiz suçsuz dayakları da unutmamak gerek. Bir sabah kahvaltısında, yapılan kontrolde, yemek masamızın altında, bir paket sigara bulundu. İçmediğimiz halde, keser sapından yapılmış sopa, avuçlarımızı öpmeye başladı. Kime itiraz edeceksin?  İlk ders,  Ankara-İstanbul E5 karayolunda gözyaşları ile turladım.

İçenleri bildiğimiz halde, kim olduğunu söylemek bize yakışmazdı. Zaten, zaman zaman işlemediğimiz kural dışı davranışlarla suçlanmak alışkanlık haline gelmiş. İnanan, “başına gelen her iş de bir hayır vardır” diyendir. Bizim şer gördüklerimizde hayır, hayır gördüklerimizde de şer olabilir. Niyetiniz iyi olursa sonucu da iyi olur. İyi niyetle kötü sonuca, kötü niyetle de iyi sonuca varılmaz.

Son sınıfta bir arkadaşımız hastalıktan aramızdan ayrıldı. Bir dönem önce mezun olan arkadaşımızda, imam olarak atandığı köye giderken, ilk aylığını alıp yiyemeden trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Kader çizgisinin bizleri nereye taşıyacağını bilemiyoruz. Rabbimiz bize taşıyamayacağımız yükü yükleme. Bizlere sabır ver. Sen bizim Mevla’mızsın.
Hikâye böyle akıp giderken; selam ve dua ile Allah’a emanet olun.