EMRE TONGUÇ BARTIN'I YAZDI



“Tatile, Bartın’a gidiyorum”. Siz bu cümleyi kaç kez duydunuz bilmiyorum ama ben hiç duymadım. İnsanlar Karadeniz kıyısındaki Amasra’ya tatile giderken nedense Bartın’ı hızla geçiyorlar.

Aslında sadece yoldan geçenlerin birkaç saatlik ilgisini değil, çok daha fazlasını hakediyor Bartın. Çünkü şehir, Safranbolu misali Osmanlı dönemine ait ahşap evlerin sefasının sürülebileceği bir yer. Bartın adını antik çağlarda almış; Yunan Tanrılarından biri olan Sular Tanrısı Parthenia adını buradaki nehre vermiş, “Muhteşem Akan Su” anlamındaki Parthenios Nehri kıyısına kurulan şehir de bu isimle anılmaya başlanmış. Bartın’ın kaderini ilk çağlardan itibaren doğası belirlemeye başlamış ve “Parthenia”  adı zaman içinde “Bartın” a dönüşmüş. Bartın’ın tarihi çok eskilere, M.Ö. 14. yüzyıla dayanmakta. 13. yüzyıldan itibaren şehre Hitit uygarlığı damgasını vurmuş. Birçok medeniyet gelip geçmiş şehirden, bunların arasında yer alan Perslerin 200 yıldan fazla süren hakimiyetlerine Makedonya kralı Büyük İskender M.Ö. 334 yılında son vermiş. Amasra ve Bartın uzun yıllar süren kanlı savaşların ardından M.Ö. 279’da Pontus Krallığı’nın sınırlarına dahil edilmiş. M.Ö. 70 yılında ise Romalılar almış Bartın’ı ama Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesiyle şehir gene el değiştirmiş ve Bizans tarafında kalmış. Türkler 1084 yılından itibaren Bartın ve Amasra sahnesinde görülmeye başlamışlar. 1392 yılında Osmanlı’ya katılan şehir, daha ileriki yıllarda ticaret potansiyeli sayesinde yerleşim alanı olmaktan çok bölgenin pazarı haline gelmiş ve Oniki Divan adıyla anılmış (Nahiye-i Oniki Divan). Kısaca bir çok medeniyetin geçiş noktası olmuş Bartın, belki de bu yüzden yörede, birbirlerini etkileyip kaynaşmalarına rağmen özünü yitirmemiş Oğuz, Türkmen ve Kıpçak lehçelerine rastlamak hala mümkün.

47.000 nüfuslu küçük bir yer burası, gezmek istediğiniz yerlere kolayca ulaşabilirsiniz. Şehir merkezinin büyük kısmı trafiğe kapalı, yayalara açık yürüme yollarından oluşuyor. Bu durum da herhangi bir trafik kazasına maruz kalmadan kentteki en ünlü eserlerden biri olan ve 20. yüzyıl başlarında yapılmış gösterişli Karakaşoğlu Hacı Arif Kaptan Şadırvanı’nın tadını çıkarmanıza yardımcı oluyor. Eğer bu tür eserlerden hoşlanıyorsanız ana cadde boyunca oldukça sık durup soluklanacaksınız demektir, çünkü yürüyüşünüz boyunca 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında yapılmış birçok bina size eşlik edecek. Bunlardan biri harika bir taş binada bulunan belediye, bir diğeri de yeşilliği ile sizi şaşırtacak olan eski bir han.   

Sadece eski evlerini görmek için bile Bartın’a zaman ayırdığınıza ve mola verdiğinize değer. En güzellerinden biri Amasra’ya giderken yolda çıkacak karşınıza, etnografya müzesi olarak kullanılan bina ne yazık ki çoğu zaman kapalı. Evlerin sadece birkaçı Safranbolu tarzı yapılmış olan yarı ahşap konak, çoğu ise tamamen ahşap, diğer Karadeniz kentlerinde örneklerine sıkça rastlayacağınız türden. Kaçınılmaz son onların da başına gelmiş, terkedilmişler ve çürüyüp dökülmeye başlamışlar. Sadece birkaçında yaşam sürüyor.  Yazın balkonlarına tırmanan güller sayesinde daha da bir güzel görünüyorlar. Merkezde bulunan evlerden bazıları ise Tarsus ve Eskişehir’dekiler gibi boyanıp canlandırılmışlar. Şu anda kendilerine verilecek yeni yaşam şeklini bekliyorlar.

Maalesef tüm güzelliklerine rağmen Bartın, çoğu insan için Amasra’ya giderken öğle yemeği molası verilecek yer anlamını taşıyor.

GEZİLECEK YERLER

Kemal Samancıoğlu Etnografya Müzesi: Eski belediye başkanlarından Kemal Samancıoğlu’nun evini bağışlayıp burayı müze yapmaları için halka çağrıda bulunmasıyla atılmış müzenin temelleri ve günümüz itibariyle 700’den fazla esere ulaşılmış. Müzede sergilenmeye değer bulunan eserler arasında halkın bağışladıkları ve Samancıoğlu ailesine ait parçalar var, günlük yaşamsa mankenlerle canlandırılmış. Yöre halkının yaşam tarzı ve geleneklerine ilgi duyanlara önerilir.

Tarihi Yerler :Her yerleşen, mimari eserleriyle ihya etmiş Bartın’ı. Bir kısmı onarılarak günümüze kadar ulaşmış, bir kısmı ise ne yazık ki hak ettiği ilgiyi görememiş ama ümitle sırasını bekliyor. Antik çağlardan kalan Çeştepe Höyüğü, Manastırtepe Tümülüs ve Nekropolü harap halde olsalar da gerçek tarih meraklılarını kendine çekiyor. Öne çıkan diğer eserler arasında özellikle dini günlerde akına uğrayan ve Hz. Muhammed’in sancaktarı anısına yaptırılan Ebu Derda Türbesi başta geliyor. Bugün ticari amaçlarla kullanılsalar da mimari özellikleri incelemeye değer. Taşhan ve Dervişoğlu Hanı da (nam-ı diğer Okurhan) görülebilir.

Aya Nikolas Kilisesi: 1319 yılında yapılan, son restorasyonunu 1995 senesinde geçiren kilise bugün Kültür Evi olarak kullanılıyor.

Hacı Arif Kaptan Şadırvanı: 1912 yılında milli mücadele kahramanı, Bartın Müdafa-i Hukuk Cemiyeti kurucularından Hacı Arif Bey tarafından yaptırılmış. Sekiz mermer sütun üzerine oturtulan ve kubbesinden bir avizenin sarkıtıldığı şadırvan belediye binası ile birlikte geceleri aydınlatılıyor, görüntü tek kelimeyle olağanüstü.

Kemerköprü: 1872 yılında Kozançayı üzerine yaptırılan köprü, sağlam üç ayağı ve iki kemeri ile bugüne kadar dimdik ayakta kalmayı başarmış. Bu noktada Anadolu’da  birçok farklı yapı için anlatılan rivayet burada da devreye giriyor, köprünün bu kadar sağlam olmasını harcına katılan yumurta akına bağlıyor yöre halkı.

Küre Dağları Milli Parkı: 2000 yılında Milli Park ilan edilen bölge Kastamonu’nun kuzey batı, Bartın’ın ise doğu bölümünde toplam 37.000 hektarlık bir alanı kaplıyor. Sahip olduğu zengin bitki örtüsünün yanısıra doğa yürüşleri, tırmanma ve kültür turları da burayı çekici kılan özellikleri arasında. Ne yazık ki park içinde konaklama imkanı yok, yakın köylerdeki küçük pansiyonları denemeniz gerekecek. Nadir bulunan ya da nesli tükenmekte olan hayvan ve bitkilerin olduğu alanlar WWF (Dünya Doğal Yaşamı Koruma Vakfı) tarafından “sıcak nokta” olarak isimlendiriliyor. Küre Dağları Milli Parkı dünyadaki 100, ülkemizdeki 9 sıcak noktadan biri.

GELENEK VE GÖRENEKLER :

Tel Kırma ya da Bartın İşi: Kimi kaynaklar 19. yüzyıl sonunda ortaya çıktığını söylese, kimileri 17. yüzyıldan günümüze ulaştığını anlatsa da tarihi hakkında kesin bir bilgi yok. Bugüne kadar ulaşan el sanatı, altın ya da gümüş ipliklerle tül gibi seyrek dokunmuş kumaşlara çeşitli motifler işleyerek yöre kadınının duygularını ifade etme şekli de aynı zamanda. Adını, yapanın teli el ile kırarak koparmasından almış. İşlendiği yere kattığı güzellik ve zarafetse yıllar boyu onu hep gündemde tutmuş. Eskiden kızlar çeyizlerine işlermiş. Zaman içinde unutulmaya başlanmış ancak otantik sanatların yeniden gündeme gelmesiyle tel kırma sadece ev tekstilinde kullanılmamış günümüzde değeri anlaşıldığında ise şal, gece çantası ve elbise aksesuarlarını da süsler olmuş.

Düğünler: Ekonomik koşullar eski düğünleri değişmeye zorlasa da yörede hala gelenek ve görenekler devam etmekte. Eskiden yedi gün sürermiş düğünler; cumartesi günü oğlan evinden bir tepsi helvanın gönderilmesi ve kız evinde “helva kesme töreni” ile pazartesi gününe kadar devam edecek olan kadınlar arası eğlenceler yapılmasıyla başlarmış düğün töreni. Salı günü öğleden sonra damat ve akrabalarının kız evinden “yük alma” töreni ile devam eder, aynı akşam “oğlan kınası”  yapılırmış. Çarşamba ise gelin için “yatak düzeltme” günü ve akşamı da “kız kınası” günüymüş. “Hak alma günü” olan perşembe gelinlikler içindeki kız düğün alayı ile beraber oğlan evine taşınır, düğünden sonraki cuma ise “duvak günü” olarak anılırmış. Artık sadeleşti Bartın düğünleri, tüm adetler uygulanamıyor ama düğünlerin hala bu törenlerden izler taşıması yöre halkının geleneklerine bağlılığının ve inatla onları yaşatma çabasının bir göstergesi.

Yöre mutfağı: “Araştırmalara göre 100’den fazla yemeğimiz var” diyor Bartınlılar. Mutfaklarının zenginliği onları gururlandırsa da değişen hayat koşulları ve ekonomik zorluklarla beraber yöresel yemekler halkın sofrasında daha az yer alır olmuş. Hamur işi, sebze ve balık yöre mutfağının temel taşları. Pirinçli mantı, pumpum çorbası, kabak burması, gartlaç, kırtıl, halışka, çiğ börek, çöven ekmeği en bilinen ve sevilen yemekler.

Garıla Pazarı: Eğer Bartın’ı salı veya cuma günleri ziyaret edecek olursanız sizleri bekleyen bir diğer sürpriz daha var, harika bir pazar. Etraftaki köylerden buraya akın eden üreticiler sepetlerini de geçici dükkan olarak kullanıyorlar. Pazardaki sebzeler, peynir çeşitleri ve rengarenk çiçeklerse göz alıcı bir tablo oluşturuyor. En güzeli de yazın satmak için pazara getirdikleri lezzetli çileklerin havayı saran kokusu. Galla Pazarı ya da Karılar (Kadınlar) Pazarı adını kendi tarlasında ya da çiftliğinde yetiştirip getirdiği sebzeyi, meyveyi ve süt ürünlerini yaklaşık 200 yıldır burada satan kadınlardan almış. Her salı ve cuma günü bir natürmort tabloyu andırır pazar. Günümüze gelişerek ulaşmış ama en güzel yönünü hala saklı tutuyor; farklı kültürlerin, farklı renklerin ve değişik lehçelerin buluşma alanı olmayı hala sürdürüyor.

Amasra

Amasra, pek çok açıdan Tanrı’nın lütfuna mazhar olmuş bir yer; ikiz limanları, Karadeniz sahilleri, bir tablo güzelliğindeki kalesi ve herkesi mutlu edecek kadar çok balık restoranı... Küçük ama son derece keyifli müzesi, camiye çevrilmiş birkaç kilisesi ve etrafındaki adalara düzenlenen tekne turları hem doğa hem de tarih meraklılarına hitap ediyor. Kısaca burada güzel bir tatil geçirmenizi sağlayacak her şey mevcut.

Bir zamanlar geçimini sağladığı gemicilik ve çekiciliğin 1920’li yıllarda önemini yitirmesi yöre halkının da büyük şehirlere göç etmesine neden olmuş. Halk arasında anlatılanlara göre Mareşal Fevzi Çakmak’ın beldeyi ziyareti dönüm noktası olmuş ve Mareşal’in de cesaretlendirmesiyle Amasra yeni geçim kaynağına, Karadeniz Bölgesi de yeni tatil ve turizm merkezine kavuşmuş. Antik bir yerleşim yeri olması ve tarihi eserlerinin fazlalığı halkın çabalarının en büyük desteği olmuş.

Anlatılanlara göre Amasra M.Ö. 15. yüzyılda kurulmuş ve çok geçmeden Fenikelilerin kolonisi haline gelmiş. Fenikelilerin buraya verdiği isim Semaso’ymuş. Zaman içinde Yunanlılar ve Makedonların eline geçen kent, daha sonra ona Amastris adını veren Romalıların hakimiyetine girmiş. Bizanslılar ilk önce iki liman arasındaki burnu ve Romalılar zamanından beri ana karaya Kemere Köprüsü ile bağlanan küçük bir adayı korumaya almışlar. Cenovalılar bu surları 14. ve 15. yüzyıllarda daha da uzatmışlar. Bugüne ulaşan kale, bütün azametiyle limanın üzerinde dimdik yükseliyor. Surların restore edilip bir de yürüme yolunun yapılması Romalılar zamanındaki taş işçiliğinin kıymetini anlamamızı sağlıyor. Ne yazık ki bugün duvarlarda görmek istemediğiniz rengarenk çirkin yazılar da yer alıyor.

Kale’nin Zindan bölgesinde evlerin bir kısmı surlara yapılmış. Romalılar yapmış kaleyi ama kale; Bizans, Ceneviz ve Osmanlı dönemlerine de tanıklık etmiş. İki ana bölümden oluşuyor: Zindan ve Somagir kaleleri. Kemere Köprüsü’nden geçip kaleye Zindan tarafından girerken sizi saran manzarayı aklınıza nakşedin, zaman zaman dünyadaki cenneti hatırlamak için kullanabilirsiniz. Bir kısmı yıkık olan kalede Fatih Camii ve Kültür Sanat Evi (eski şapel) görmeniz gereken yerler. Cami 9. yüzyılda Bizanslılar için kilise olarak adım atmış dünyaya, 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet’in camiye çevirdiği yapı 1887 senesinde büyük bir restorasyon geçirip bugüne taşınmış. şapel de cami ile yaşıt, 9. yüzyılda yapılmış. Tuğla-taş örgü sistemi için güzel bir örnek olarak kabul gören bina 15. asırda mescit olarak görev yapmaya başlamış, 1930’da ise ibadete kapatılmış. 2002’den beri de Kültür ve Sanat Evi olarak kullanılıyor. Bir kısmı zamanla yıpranmasına rağmen “Hz. İsa’nın Göğe Yükselişi” ni anlatan fresk hala görülebilir. Akşam aydınlatılmasıyla birlikte romantik bir atmosfere bürünüyor. Kalenin iç kale bölümü aslında Ceneviz Şatosu ve kapısını Amasra’da hüküm sürmüş Cenevizli ailelerin armaları süslüyor.

Kaleyi gezenler en romantik kısmın bir Roma köprüsünden geçerek ulaşılan Boztepe bölgesi olduğunu söylüyorlar. Tabelaları Ağlayan Ağaç Café’ye kadar takip edin, kendinizi Tavşan Adası ve  “sonu olmayan deniz” olarak tarif edilen manzaranın keyfini sürerken bulacaksınız. Kemerdere Köprüsü, Roma dönemi eserlerinden. Ayaklarındaki Pontus-Roma savaşlarını anlatan kabartmaları bugün bile görmek mümkün. Roma döneminden bugüne gelebilmiş eserlerden biri de Bedesten. Zamanında Eyalet Meclisi Sarayı olarak yapılmış, daha sonra pazar yeri olarak kullanılmış. “Bugüne ulaştığına şükür” mü demeli, “Ne oldum değil, ne olacağım” sözü için iyi bir örnek olarak mı gösterilmeli, yorum sizin…

Amasra’nın en görkemli yapılarından  biri olan Edhem Ağa Konağı 19. yüzyılda Karadağ Prensi Nikola’nın sarayı örnek alınarak yapılmış. Ev ilk haliyle günümüze ulaşmış ama ne yazık ki muhteşem avlusu kamulaştırılarak pazar yeri yapıldığından görüntüsünün bir kısmını yitirmiş.

Amasra’nın küçük müzesi Romalılardan kalan eserleri muhafaza ediyor. Özellikle bir sanayi binası yapımı sırasında ortaya çıkarılan ve  ikinci yüzyıldan kalan başsız heykellerin kasten gömüldüğü düşünülüyor. Bunun da o zamanlarda Hıristiyan ve Paganlar arasında süren kıyasıya mücadelenin göstergesi olduğu yorumu yapılıyor. Koleksiyonun en özel parçası ise Roma ulusal giysisi olan zırh giymiş imparator heykeli. Zırhı süsleyen tasvirler başlı başına incelenmeyi hak ediyor; karın bölgesinde sarmaşık dalları, üstünde Romus ve Romulus’u emziren bir dişi kurt, onun da üzerinde iki yanında Nike tasviri olan Tanrıça Athena. Hepsinin üstünde Medusa ve arslan başları var.  Müze pazartesi günleri kapalı.

Zeminde Roma ve Bizans dönemi heykelleri arasında Cenevizlilere ait kalıntılar da yer alıyor. Müze binasının kendisi bile özel bir ilgiyi hak ediyor.  Çalışmaların başladığı 1884 yılında binanın bahriye mektebi olarak yapılması planlanmış ama yaptıran kişinin ölmesi üzerine tamamlanamamış. İkinci kat için kullanılacak olan taşlar da yağmalanmış! Bina 1982 yılında restore edilmiş ve müze olarak kullanılmaya başlanmış.

Kentte gezdiğiniz zaman iki heykel dikkatinizi çekecek. Bir tanesi bütün bölgenin (özellikle hemen yakınlardaki Zonguldak’ın) kömür bakımından çok zengin olduğunu hatırlatan bir maden işçisine, bir diğeri bir trafik kazasında hayatını yitiren sanatçı Barış Akarsu’ya ait.

Bartın’a doğru giderken yolda tahminen M.S. 41–54 yılları arasında Romalı Gaius Julius Agullia için yapılmış Kuşkaya Yol Anıtı’nı göreceksiniz. Merdivenlerle tırmanabileceğiniz anıt, bir sütuna tünemiş bir kartal heykeli ve bir yazıtın altında yer alan başsız bir heykelden oluşuyor. Buraya gelip de Anadolu’da eşi benzeri olmayan bu anıtı görmeden dönmek olur mu? Roma döneminde şehrin valisi tarafından yaptırılan anıt, çeşmesi hariç günümüze kadar ulaşmış. İki kitabe, bir kral figürü ve Roma hakimiyetinin simgesi kartal figürünün oluşturduğu anıt, kitabelerinde bugün dahi özlemini duyduğumuz bir şeye dikkat çekiyor :  “Devletlerarası barışın ve dostluğun anısına, İmparator Cermanicus’un yüceliği için”. Yazın yeşil yapraklara sarılmış mor güller burayı seyri doyumsuz bir hale getiriyor.

NEREDE KALINIR?

İstanbul ve Ankara’dan makul bir mesafede olan Amasra, özellikle yaz tatili ve hafta sonlarında kalabalıklaşan bir sahil kasabası. Bu dönemlerde hem fiyatlar yükseliyor hem de kalacak yer bulmak zorlaşıyor. Bu durumu kendileri için bir avantaj olarak gören kimi işletmecilerse başka yerlerde çok daha ucuz otellerde bulabileceğiniz konforlardan yoksun otelleri için yüksek fiyatlar talep edebiliyorlar.

Otel Varol, Bartın Tel: 0 (378) 228 5555

Büyük Liman Otel, Amasra Tel: 0 (378) 315 3900

Sahil Otel, Amasra Tel: 0 (378) 315 2211

NASIL GİDİLİR?

Amasra’ya gitmek için ilk önce İstanbul ya da Ankara’dan Bartın otobüslerine binmeniz, daha sonra da oradan dolmuşları kullanmanız gerekir. Uzak yol otobüsleri yeni şehirlerarası otobüs terminalini kullanırken dolmuşlar kent merkezindeki Eski Otogar’dan kalkıyor. Şans eseri her ikisi arasında gidip gelen “servis” otobüslerini yakalamanız da mümkün.

Dönence
Saffet Emre Tonguç
saffet.tonguc@mgkmedya.com
http://www.mgkmedya.com/posts/bartin-ve-amasra-karadenizin-incileri

SAFFET EMRE TONGUÇ KİMDİR

TarihÇi - Profesyonel Rehber - Seyahat Yazarı

1966 yılında Çorlu'da doğdu. 1983 yılında Şişli Terakki Lisesi'ni bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nin Turizm ve Otel Yöneticiliği, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler ile Osmanlı Sosyal Tarihi bölümlerinden mezun oldu.
Yüksek lisans tezini Yahudiler ve Osmanlı Toplum Yapısı üzerine verdi.
Viyana Ekonomi Üniversitesi'nde (Wirtschafts Universitat) iki yıl doktora çalışması yaptı (1990-92).
1987 yılında Turizm bölümü öğrencisiyken profesyonel rehberliğe adım attı. Fotoğraf çalışmaları, 1990 yılından itibaren Amerika ve Avustralya başta olmak üzere, çeşitli ülkelerdeki dergi ve internet sitelerinde yayınlandı. Turizm Bakanlığı'nın açtığı yarışmalarda bazı fotoğrafları bakanlık tarafından satın alındı. Tasarımını yaptığı çeşitli ev ve bahçeler Maison Française, House Beautiful, Home Art, Elele gibi dergilerde yer aldı.
Türkiye'nin tanıtımı için çeşitli panel ve seminerlere katıldı. CNN International'ın "Earth Matters" isimli Türkiye ile ilgili bir programında misafir konuşmacı olarak bulundu. ABC Televizyonu'nun "Good Morning America" programında sunuculuk yaptı.
2005 ve 2009 yıllarında Rotary Kulübü tarafından "Meslek Üstün Hizmet Ödülü"ne layık görüldü. Gerek meslekî, gerek şahsî ilgisinden dolayı 112 ülkeye seyahat etti. Türkiye Turist Rehberleri Birliği tarafından 2005'de "Türkiye'nin En Çok Seyahat Eden Rehberi" seçildi. 2006 yılında ise "Yılın Gezi Yazarı" olarak ödüllendirildi. 2007 yılında Beyaz Kristal yarışmasında "Turizm Yazarlığı" ödülü aldı. SKAL Kulübü tarafından "Türkiye'nin En İyi Profesyonel Rehberi" seçildi. Hürriyet Gazetesi'nde Ayşe Arman'ın yaptığı röportajda "Dünyanın en tuhaf yerlerine giden adam" olarak tanıtıldı. Hürriyet Gazetesi'nin Seyahat ekinde ve Voyager dergisinde devamlı yazıları çıkan Saffet Emre Tonguç'un yazdıkları ve yaptıkları yurtdışında, Conde Nast Traveler, Travel and Leisure, National Geographic ve Lonely Planet gibi yayınlarda yer aldı. Satış rekorları kıran "Türkiye'de Görülmesi Gereken 101 Yer" kitabının yazarlarından olan Tonguç, "Yılın En İyi Kitabı" ödülü alan "Avrupa'da Görülecek 101Yer" ile dördüncü kitabına imza attı. Mayıs 2010'da "İstanbul Hakkında Her Şey" ve "İstanbul the Ultimate Guide" adlı kitapları yayınlandı.

REFERANSLAR
Oprah Winfrey, Colin Powell, Calvin Klein, Candice Bergen, Eric Schmidt (Google CEO), Carlo Azeglio Ciampi (İtalyan Cumhurbaşkanı), Frances Mayes (Under the Tuscan Sun kitabının yazarı), David Gregory (Meet The Press Moderatörü), Ian Schragger (Dizayn otelleri öncüsü, Studio 54'ün kurucusu), Adam Sher (American Idol CEO), Molly Sims (Top model ve Las Vegas TV dizisi oyuncusu), Fred Hayman (Giorgio of Beverly Hills kurucusu), Ali Kaşıkçı (Montage Hotel sahibi, dünyanın en iyi otelcisi ödülüne sahip) Shirley M. Tilghman (Princeton Üniversitesi President), Leon Black (N.Y. Finans Dünyası), Maria Vladimirovna Romanova (Rusya Grand Düşesi), Jerry Speyer (MOMA Chairman), Katherine Farley (Lincoln Center Chairwoman), Michael Lynn (Yüzüklerin Efendisi'nin yapımcısı), Hal David (Raindrops Keep on Fallin' on My Head gibi şarkıların söz yazarı), Robert Pruzan (President of Jewish Museum N.Y), Oberlin Alumni, The Art Institute of Chicago ve AIPAC

Araştırma: G.Yavuzaslan