Dua ibadetin özü, Rabbimizin hoşnutluğunu kazanma adına en büyük vesilemiz. Dua özellikle oruçla birleşince daha bir önem kazanır. Bu nedenle orucun önemini bilip bugünlerde dualarımızı hiç eksik etmemeliyiz.
Dua, Rabb’imize arz ettiğimiz bir dilekçeye benzer. Bu dilekçe ile gönlümüzü her şeyi yaratan, mutlak güç ve kudret sahibi Yaratıcımıza açarız. Nasıl ki günlük hayatımızda yazdığımız dilekçelerde bazı kabul şartları istenir. Aynen bunun gibi Cenab-ı Hakk’a yaptığımız dualarımızda da âdâb kabilinden bazı esaslar vardır. Şimdi isterseniz bunların neler olduğunu ifade etmeye çalışayım:
* Evvela abdest alıp kıbleye yöneldikten sonra ellerimizi açıp Rabb’imize “Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn” diyerek hamd ü senada bulunmalıyız. “Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn”, ‘gökleri ve yeri yaratan, kalbimden geçenleri bilen, bütün isteklerimi yerine getirmeye muktedir Allah’ım, Sana şükürler olsun’ anlamına geliyor.
* Rabbimize hamd ettikten sonra ikinci olarak Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) “essalâtü ve’s-selâmü alâ rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn” diyerek salât u selâmda bulunmalıyız. Bir Hak dostunun ifadesiyle bu, âdeta, bir kapıyı vururken, o kapının önünde duran, o kapının kilit ve anahtarlarını elinde tutan Zât’a selâm vermek gibidir. Gönülden gelerek getirilen böyle bir salat o kapının açılmasına vesile olacaktır.
* İstenilen şeylerin Cenâb-ı Hak tarafından kesinlikle kabul göreceğine gönülden inanarak dua etmeliyiz. Sadece ellerimizi değil gönlümüzü de açarak içten gele gele, yana yakıla yalvarmalıyız. Duâ, eğer şartlarına uygun yapılmışsa muhakkak kabul görür. Ancak kabûl ediliş keyfiyeti, bizim istediğimizin aynı olmayabilir. Bazen bizim istediğimiz, bizim için hayırlı olmadığından, bir rahmet eseri olarak Cenab-ı Hak bize, istediğimizi değil de esas istememiz gerekeni ihsân buyurur. Bazen da duâmız âhiretimiz hesabına kabul görür.
* Duamızı yine salât ve selâmla bitirmeliyiz. Bu şekilde yaptığımız duayı adeta iki salavat arasına alarak takdim etmiş olacağız.
* Dualarımızda ısrarlı olmalıyız. Bir kere istedikten sonra olmuyor diye tekrar istememek yanlıştır. Nitekim “İnsan, ben Allah’tan istedim de bana isteğim verilmedi demediği ve istemeye devam ettiği müddetçe, istediği kendisine verilir.” (Müslim, İlm, 16) hadis-i şerifi bu hakikati belgeler mahiyettedir.
* Duamızı bitirdikten sonra “amin” demeliyiz. Bu kelime, “Allah’ım! Yaptığım duamı kabul eyle” anlamına gelir. Hadiste bir sahabi bu meseleyi şöyle anlatıyor: Bir gece Rasulullah ile dışarı çıkmıştık. Dua eden bir adama rastladık. Allah Rasulü durup onu dinlemeye koyuldu. Sonra da şöyle buyurdu: “Eğer sonunu iyi bağlarsa, istediklerini hak eder.” Cemaatten birisi, “Ey Allah’ın Rasulü! Duayı nasıl bitirmesi gerekir?” diye sorar. Allah Rasulü ise “Amin kelimesi ile. Eğer böyle bitirirse, istediği kendisine verilir.” buyurur. (Ebu Davud, Salat, 172)
* Sadece ihtiyaç ve sıkıntı anında değil, genişlik ve rahatlık içinde bulunduğumuz zamanlarda da dua etmeliyiz.
DUA GÜNLERİ
Ramazan ayı topyekûn kulluk ayıdır. Oruç, namaz ve bütün ibadetlerin özü/esası olan dua ile ömrün en bereketli anları olabilecek kutlu bir zaman dilimidir. Ayrıca, oruç ile insan kalbî incelik kazanır, maddeden sıyrılır mana atmosferinde dolaşır. Nefsin gıdası kesilir, ruh bayram eder henüz bayrama ermeden. Mübârek oruç günlerini yaşarken, bizler de, duanın çok tesirli olduğu bu güzel günlerimizden dua adına iyice istifade etmeli ve bol bol Rabbimize yakarmalı; kendimiz, çoluk çocuğumuz, milletimiz ve insanlık için en güzel şeyleri istemeliyiz.
BİR SORU-BİR CEVAP
Kul hakkını telâfi yolu nasıl olmalıdır?
Dinimizde esas itibariyle bir Allah hakkı, bir de kul hakkı vardır. Allah hakkı, her insanın Rabbine karşı yapması gereken kulluk vazifeleridir. Kişi, bu hususta yaptığı bir kusur, günah ve eksiklikten dolayı Allah’a yalvarır, tövbe istiğfar ederek affını diler. Fakat kul hakkı öyle değildir. Onun bir tek telâfisi vardır, o da haksızlığa uğrayan, hukuku zayi olan kişiyle bizzat görüşüp özür beyan etmek, helâllik dilemekle birlikte maddi bir kaybı varsa telâfisine gitmektir.
Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyururlar: “Bir kimse kardeşinin haysiyetine, yahut malına haksız olarak taarruz etmişse, iltimas olarak verilebilecek altın ve gümüşün bulunmadığı günden (Kıyamet) önce helâlleşsin. Aksi halde, yaptığı haksızlık nispetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden adama verilir.”
Evet, Peygamberimizin de tavsiyesine göre, bu durumda helâlleşmekten başka çıkar yol yoktur. O kadar ki, insan şehit bile olsa, üzerinde kul hakları varsa, Allah diğer günahlarını bağışladığı halde kul hakkını bağışlamamaktadır. Bunun için mesele, hak sahibinin gönlünü almada, rızasını kazanmada kalıyor.
Siz, zarara uğramasına sebep olduğunuz kimseye gider, önce bir hata yaptığınızı itiraf ederek özür beyan eder, sizi affetmesini, hakkını helâl etmesini rica edersiniz. Maddi bir kaybı varsa, imkânınız doğrultusunda onun razı olabileceği nispette hakkını verirsiniz.
BİR DUA
Senin yardımına muhtacız
Ey, bir belaya maruz kaldıklarında sabırları, lutfedilen nimetler karşısında da şükürleri pek az olan biz zayıf ve çaresiz kulların Rabbi! Dünyanın feci ve korkutan hadiseleri ve musibetleri karşısında bize yardımcı ol; şer odakların şerlerinin bize ulaşmasına mani ol. Ey Rabbimiz! Ancak Senin inayetinle bozguncuların şerlerini defedebiliriz.
HİS DÜNYASI
Muhayyer
Önemli gizli boyutlarıyla yeryüzündeki yaşantımız
Ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız
Söylediklerimizle değil söylemediklerimizle varız
O gün ki ölümün perdesine yapayalnız yansırız
Ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız
Bir ince saz ki süreklidir yaprak döken korularda
Çılgınlıkları oluşturur en çapraşık duygularda
Büyük çıkmaz akla gelip de sorulmayan sorularda
Bazı insan içten içe düşünür hesaplar da
Ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız
Üflediği sustuğumuz tutkuların düşlerimizi çokçadır
Çocukluktan çıktığımızı sanmak aslında çocukçadır
Gerçi gençlik bir uçta yaşlılık bir uçtadır
Birleştikleri gerçek o müthiş sonuçtadır
Ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız
Attila İlhan
REHBER İNSAN
Selamlaşmaya önem verirdi
İnsanlara ilgi göstermenin, onlara önem ve değer vermenin en kolay, en etkili yolu selam vermektir. “Allah katında en makbul insan, karşılaşmada selama önce davranandır.” buyurarak konuşmaya selamla başlamayı tavsiye eden Peygamberimiz, karşılaştığı insanlara selam verirdi.
Efendimiz, “Selam, Allah’ın isimlerinden biridir. Onu yeryüzüne koymuştur. O halde onu aranızda yayınız.” buyurarak selamın önemine dikkat çekmiş ve “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de olgun mümin olamazsınız. Size yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selamı yayınız.” diyerek de selamlaşmanın toplum içerisindeki fertleri birbiriyle kaynaştırıp, merhamet, şefkat ve sevgi duygularını geliştireceğine işaret etmiştir.
ÖRNEK HAYATLAR
Kumu altına çeviren dua
Fakirin biri, bir ağaç dibinde gölgelenmekte olan Hz. Ali (r.a.)’ye gelir, ihtiyaçlarını arz eder:
- Çoluk-çocuk sıkıntı içindeyim, ne olur bana biraz yardımda bulunun, der.
Hz. Ali (r.a.) hemen yerden bir avuç kum alır, üzerine okumaya başlar. Sonra da avucunu açar ki, kum tanecikleri altın külçeleri hâline gelmiş...
- Al, der fakire. İhtiyacını karşıla!
Fakirin gözleri yerlerinden fırlayacak gibi olur:
- Allah aşkına söyle ey müminlerin emiri! Ne okudun da kum tanecikleri altın oluverdi? der. Hz. Ali (r.a.) anlatır:
- Kur’ân-ı Kerim, Fâtiha sûresine gizlenmiştir. Ben de Kur’an-ı Kerim’i okudum, yani Fâtiha sûresini okudum bu kumlara...
Bunu öğrenen fakir durur mu? O da bir avuç kum alır ve başlar okumaya. Okur, okur, okur... Ama kumlarda bir değişiklik yoktur. Altın filan olmuyor, aynen duruyor. Tekrar gelir ve Hz. Ali’ye:
- Ben de okudum, ama birşey değişmiyor; kumlar altın olmuyor, der. Bunun üzerine Hz. Ali (r.a.) boynunu büker, mahcup bir edâ ile cevap verir:
- Ne yapayım, der. Duâ aynı duâ; ama, okuyan ağız aynı değildir! Duâ tamam; lâkin, okuyanın ihlâsı ve teveccühü tamam değildir!..
İşte bütün mesele buradadır. Okuyanın ihlâsında ve teveccühünde... Aynı duâ; aynı îman, aynı ihlâs ve aynı teveccühle okunacak ki, aynı netice elde edilebilsin. Yoksa kumu altın yapmak gibi bir iksire sahip olabilmek mümkün olmaz.
ALTIN ÖĞÜTLER
Başkalarının kusurlarını araştırma
Sahabeden sonra gelen neslin büyüklerinden Hasan-ı Basrî Hazretleri bizlere şu nasihatte bulunuyor:
Sizler kalplerinize çok dikkat edin. Onları devamlı Allah'ın zikri ile yenileyin. Zira kalp çabuk paslanır. Nefislerinizi de dizginleyin. Çünkü o çok azgındır. Eğer siz nefislerinizin kötü isteklerine mâni olmazsanız, o bir gün sizi korkunç bir uçuruma yuvarlar.
Kendi ayıplarınız dururken başkalarını ayıplamaktan vazgeçmedikçe kâmil iman sahibi olamazsınız. O hâlde, başkalarının ayıplarına bakmadan evvel kendi ayıplarınıza bir göz atın; onları düzelterek işe başlayın!
Ey insanlar! Kur'an-ı Kerim müminler için şifâ, müttakîler için rehberdir. Kim O'na uyarsa, hidâyete erer ve doğru yolu bulur. Ondan yüz çeviren bedbaht olur ve felâketlere sürüklenir.
Ey Âdemoğlu! Tek başına ölecek, tek başına dirilecek, tek başına hesaba çekileceksin!
HADİS BAHÇESİ
Sabret, rahat et
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Allah şöyle buyurdu: Dünyada sevdiği bir dostunu aldığım zaman sabredip karşılığını Allah’tan bekleyen mümin kulumun katımdaki karşılığı cennettir.” (Riyazü’s-Salihin, Erkam Yayınları)
Hadisin verdiği mesajlar
1. İnsanın dostunu kaybetmesi en büyük musibetlerdendir.
2. Büyük musibetlere sabretmenin zorluğu nispetinde sonucu da büyüktür.
3. Başa gelen bela ve musibetlerin karşılığını Allah’tan ummak, Müslümandan beklenen yegane tavırdır.
BİR NÜKTE
İnsana benlik niçin verilmiş?
İnsana bahşedilen benlik emaneti, en büyük gerçeği tanıyıp bulma yolunda ona verilmiş mukaddes bir armağandır. Vazife biter bitmez de taşa çalınıp kırılması gerekli olan bir armağandır. Böyle yapılmadığı takdirde kabarır, şişer ve sahibini yutacak bir ifrit hâline gelir. Fert, onunla Yüce Yaratıcı’yı, O’nun kudretinin, ilminin, iradesinin sonsuzluğunu; eksiklik ve kusurların O’nun semtine sokulamayacağını idrâk edecek, sonra da sînesinde tutuşturduğu marifet ve muhabbet ateşiyle onu eritip bitirecek; sadece Yüce Yaratıcı’nın varlığıyla bakıp görecek, O’nunla düşünüp O’nunla bilecek ve sadece O’nunla soluyacaktır.
BİR HATIRLATMA
Bir nefeste iki şükür
Namaz, Cenab-ı Hakk’a bir teşekkür borcudur. Allah, nimetlerini insanlara o kadar bol ihsan etmiştir ki, saymak, beşerin kudreti dâhilinde değildir. Çünkü hesapsızdır. Şark’ın büyük alimi Şeyh Sadî merhum: “Bir nefeste iki şükür mevcuttur. Halbuki her nimete bir şükür ifa etmek lâzım gelse, Hakk’a şükretmeye maddeten imkân yoktur. Daima onun nimetlerinin minneti altındayız” der.
En büyük nimet akıldır. Artık ondan sonra diğer duyularımızın bize bağışladığı nimetleri düşünelim. Âmâyı görünce gözlerimizin, sağırı görünce kulakların, sakatları görünce elimizin, ayağımızın ne kadar büyük bir nimet olduğunu, felçli bir kimseyi görünce irâdemiz altındaki varlığımızın kıymetini bilip, onların ne büyük nimet olduğunu anlamamız lâzımdır.