DEĞERLERİMİZ (1)

Abone Ol


Öteden beri Türk toplumunda olan bazı değerlerin önemini yitirmeye başladığını görüyoruz. Anaya babaya saygı, vatanseverlik, mertlik, büyüklere saygı, küçüklere sevgi gösterme, garibin hakkını koruma, samimiyet, insanlara güven, konukseverlik, hayırseverlik, hatalara karşı hoşgörü, cömertlik, yardım severlik, açları doyurma, edep, haya, erdemlilik, dürüstlük, ahlak, töre, etik, hayvan sevgisi, çevreye duyarlılık, komşu hakkı, yardımlaşma, kul hakkı, vicdan, namus, helal, haram vs. bu değerleri saymakla bitiremeyiz. Bu değerlerin hepsi toplumu ayakta tutan bir tuğla parçası gibidir. Birini yerinden oynattığınız zaman koca binayı sarsıntıya uğratırsınız.

Bu değerler içinden güven, karşıdakine güven kavramını, değerini ele alırsak; günümüzde insanların birbirine karşı güveni en alt düzeye inmiş durumda. Toplumun bireyleri birbirine güvenmez duruma gelmiştir. İnsanların hiçbir şeye, hiçbir kimseye güvenmemesi, güvenilecek hiçbir değerin kalmadığı inancını da beraberinde getiriyor. Toplum hayatında hep şöyle denilir; bu devirde kimseye güvenmeyeceksin. Oysa biz insanlar “kimseye güvenmeyeceksin” derken, kendimizin güvenlik alanını da daralttığımızın farkında değiliz. Bir anlamda bize de güvenmeyin mi demek istiyoruz.

Dünyaca ünlü işadamı Robert Bosch şöyle der: “İnsanların güvenini kaybetmektense tüm servetimi kaybetmeyi tercih ederim.” Güven satın alınan bir kavram olmayıp zamanla oluşturulan bir durum olduğundan basit nedenlerle kaybetmemeliyiz. Ancak biz ise şu anda tüm insanların güvenini kaybetmek yolunda hızla ilerliyoruz.

Güven konusunda bir hikaye vardır; “Yıllar, belki asırlarca önce, Ali isminde biri yaşarmış. Gördüğü süt beyaz alımlı mı alımlı bir taya sahip olmak istemiş. O tay o yörenin en beğenilen en gözde tayı sayılırmış. Birkaç yıl o taya sahip olabilmek için, çalışarak para biriktirmiş. Nihayet sonunda amacına ulaşmış ve arzu ettiği atı almak nasip olmuş. Bir gün uzun bir yolculuğa çıkmış. Ipıssız bir yerden geçerken bir adam görmüş. Adamın bineğinin olmadığını görünce acımış. Nereye gideceğini sormuş ve atının arkasına bindirerek yola koyulmuşlar. Acıkınca yolda konaklamışlar. Açmış azık mendilini neyi var neyi yok adamla paylaşmış. Yemek sonrası biraz da pınardan su içip te döndüğünde bir de ne görsün, aldığı yolcu, atına binmiş ve kaçmaya hazırlanıyor. Buraya kadar yolculuk ve yemek için teşekkürler. Ama atın öyle güzel ki, ancak bana yakışır demiş ve atını olanca gücüyle mahmuzlayarak kaçırmış. Arkasından atın gerçek sahibi ses tellerini zorlayarak seslenmiş. Yolda acıdım, bineğime bindirdim, azığımı, katığımı paylaştım, bunların hiç birine yanmıyorum. Çaldığın atıma da acımıyorum. “Ama sen benim insanlara olan güveni mi çaldın. İşte ona yanıyorum.” demiş. Hikayede anlatıldığı gibi hayatımızda bizleri de hayal kırıklığına uğratacak hareketlerle her zaman karşılaşmamız mümkün. Bu hayal kırıklığı yaratan hareketler güven ortamını yok etmemelidir. Güven kaybı için bir bahane olmamalıdır.

Sahte para, sahte pekmez, sahte kaşar, sahte diploma, sahte doktor, sahte derken güvenebileceğimiz hiçbir şey kalmadı neredeyse. Gündelik hayatın giderek sahteleşmesi, derin bir güven krizine sebep olmaktadır. Gözümüz arkada kalmadan bu iş hakkıyla yapılacaktır diyebileceğimiz şeylerin sayısı gittikçe azalıyor.

Bu yüzden toplumsal güven duygumuz her gün biraz daha çözülüyor. Bugün Türkiye’de yaşayan insanların acaba ne kadarı birbirine güveniyor? diye soracak olursak eminim cevabınız çok azı şeklinde olacaktır.

Güven katsayısının sürekli arttığı ve zirve yaptığı günler dileğiyle sağlıcakla kalın.