Kendisine emanet edilen koyunları güden, içinde Allah korkusu olan dürüst bir çoban. Karşısında ise cömertliğiyle tanınan, sahabilerin büyüklerinden Abdullah İbn Ömer. Hz. Abdullah, çobana öyle bir jest yapıyor ki, çobanın sevinçten ayakları yerden kesiliyor.
Altının kıymetini sarraf, gerçek yoksulun kıymetini Abdullah bilir!
Peygamber şehri Medine’de sıcaklar şiddetini iyice artırmıştı. Hazret-i Ömer’in oğlu Abdullah bahçesinde çalışıyordu. Öğle vakti geldiğinde yemek molası verdi. Bu sırada gözleri bahçe duvarının ötesinden geçen koyunlara takıldı. Sürünün başındaki çobanın perişan hali Abdullah’ın dikkatini çekti. Çobana şöyle seslendi:
- Ey Allah’ın kulu, dedi, gel bir lokma yemek ye, bir yudum su iç de öyle devam et koyunların arkasından!
Çoban, elini ağzına götürüp dudaklarını kapatarak birtakım işaretler yaptı ise de Abdullah bir şey anlamayınca, uzaktan cevap vermek zorunda kaldı:
- Efendi dedi, kusuruma bakma, ben yemek de yiyemem su da içemem. Çünkü oruçluyum.
Abdullah şaşırmıştı. Çölde bu sıcakta, bu uzun günde sürü arkasında oruçlu çoban!.
- Oruçlu isen seninle daha iyi anlaşırız, dedi, hemen bir koyun ver bana, burada güzel bir hazırlık yapayım. Akşama birlikte bir et ziyafeti çekeriz kendimize.
Çoban gülümsedi.
- Koyunlar benim değil ki, dedi. Ben emanetçi bir çobanım!
ALLAH DA MI BİLMEZ!
Bu defa Abdullah daha da üsteledi:
- Daha iyi ya, dedi. Koyun sahibine birini kurt kaptı dersin olur biter. Nereden bilecek birini benim aldığımı? Çoban bu defa hayretle çıkıştı:
- O nasıl söz öyle efendi, dedi. Mal sahibi bilmezse Allah da mı bilmez? Hem bunlar bana emanet. Emanete ihanet emektense açlıktan, susuzluktan ölmeyi tercih ederim!.
Abdullah’ın dikkati büsbütün çobana kilitlendi. Yemeğini bırakıp çobanın yanına gelip arkadaş oldu. Birlikte koyunların arkasında güneş batıncaya kadar dolaştılar.
Akşam koyunlar bir çadırın önünde durdu. İçeriden çıkan bir yaşlı adam koyunları şöyle bir gözden geçirdikten sonra çobanın yanına gelip, “Hayvanları iyi otlatmışsın, karınları davul gibi şişmiş.” diyerek iltifat etti. Belli ki bu adam sürünün sahibiydi. Oruçlu adam da bunun yoksul çobanıydı. Aslında sürü sahibi olmaya layık bir çobandı.
Abdullah yaklaşıp sürü sahibine hemen teklifini yaptı:
- Koyunları bana satar mısın?
Adam şaşırmıştı. Biraz düşündü. Sonra toparlanarak cevap verdi:
- Değerini verirsen satarım. Neden satmayayım?
Pazarlık uzun sürmedi. Abdullah koyunları tümüyle sürü sahibinden satın aldı. Artık malın sahibi Abdullah olmuştu.
ABDULLAH’IN SÜRPRİZ TEKLİFİ
Olanlardan bir şey anlamayan çoban, sürü sahibinin değişmesiyle işinden olacağını da düşünüyordu. Belki de yeni sahibi kendisini çoban olarak kabul etmez, işinden de olabilirdi. En kötüsü de buydu zaten. İşsiz kalmak. Az ötedeki çadırda yaşayan aile ve çocuklarına ekmek götürememek... Ama iş hiç de öyle gelişmedi. Artık koyunların yeni sahibi olarak çobana dönen Abdullah’ın sürpriz teklifi aynen şöyle oldu:
- Senin gibi samimi bir insanın layığı, başkasının koyunlarının arkasında çobanlık etmek değildir. Belki kendi koyunlarının peşinde mal sahibi olarak dolaşmaktır. Sözlerini şöyle tamamladı:
- Şu andan itibaren sen bu koyunların çobanı değil sahibisin. Haydi kendi malınla kendi çadırının önüne yürü. Aile ve çocuklarınla mal sahibi olarak birlikte iftarını yap!..
Sevinçten şaşıran çoban kendi koyunlarıyla kendi çadırına, Abdullah da kendi mutluluğuyla kendi bahçesine döndü. Bundan sonra dillerden düşmeyen söz hep aynı oldu:
- Altının kıymetini sarraf, gerçek yoksulun kıymetini Abdullah bilir!
Günümüzde de böylesi zenginler elbette yok değil. Rabbimiz, içinde pek çok hikmet barındıran bu hadiseden bize dersler çıkarmayı nasip eylesin ve fakirleri gözetip onların ihtiyaçlarını gideren zenginlerden ebeden razı olsun.
BİR DUA
Bize dünya ve ahiret mutluluğu ver
Ey Rabbimiz! Sen her şeye kâdirsin. Bize dünyada ve ahirette iyilikler ver. Kalplerimize İslam nurunu, Kur’an hidayetini bahşeyle. Bütün soyumuzu İslam’a ve Kur’an’a bağlı insanlar eyle. Hepimizi Müslüman olarak yaşat ve Müslüman olarak son nefesimizi vermeyi nasip et. Bizi dünya ve ahiret mutluluğuna nail eyle.
ALTIN ÖĞÜTLER
Doğru ol, doğruluktan ayrılma
Adalet timsali Hz. Ömer efendimiz şöyle buyuruyor:
İnsanların en cahili, ahiretini başkasının dünyası için satandır.
Doğruluk her ne kadar seni öldürse bile ondan ayrılma.
Bana ayıplarımı söyleyen kimse, Allah’ın rahmetine kavuşsun.
Komşusu, akrabası ve arkadaşı tarafından iyi denen kimse gerçekten iyidir.
İnsanlar seni kendinle ilgilenmekten alıkoymasın. Çünkü durumundan onlar değil sonunda sen sorumlu olacaksın.
Bir kötülük yaptığında hemen iyilik yap. Çünkü yapılmış olan bir günah için hemen iyilik yapmaktan daha iyi bir şey görmüyorum.
HADİS BAHÇESİ
Malın kusurunu gizleme
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Satıcı ve alıcı pazarlığı bitirdikten sonra birbirlerinden ayrılmadıkça alış verişi bozup bozmamakta serbesttirler. Eğer onların her biri karşılıklı olarak doğru söyler, mal ile paranın durumunu olduğu gibi açıklar ise alış verişleri bereketli olur. Yok eğer gizler ve yalan beyanda bulunurlarsa alış verişlerinin bereketi kalmaz.” (Riyazü’s-Salihin, Erkam Yayınları)
Hadisin verdiği mesajlar
1. Alış verişe konu olan malın ve paranın kusurunu açıklamak gereklidir. Gizlemek haramdır. Kusurun sonradan ortaya çıkması pazarlığın geçersizliğine sebeptir.
2. Yalan berekete manidir.
3. Doğru tüccar, az kar etse de kazancının bereketini görür.
BİR NÜKTE
Az konuş, çok dinle
Akıllı insan, konuşmak yerine, hem kendisi hem de başkaları için faydalı olabilecek şahısların konuşturulmasını temin eden insandır. Aslında, aklı kâinat fenleriyle kalbi de ilâhî hazlarla doymuş ve olgunlaşmış kimselerin yanında başkalarının konuşması saygısızlık ve o kâmil ruhların susması da topluma zarardır. Az söylemek, çok dinlemek bir fazilet ve ermişlik nişânesidir. Devamlı kendini dinlettirmek arzusu ise, her zaman bir cinnet eseri olduğu iddia edilmese bile, mutlak bir dengesizlik ve hayâsızlık olduğunda şüphe yoktur.
BİR HATIRLATMA
Allah, oruçluyla iftihar eder
Sahabeden Hz. Ubade bin Samit anlatıyor: Ramazan ayının başladığı bir günde Resul-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurdu:
“İşte bereket ayı olan Ramazan geldi. Artık Allah’ın rahmeti sizi kuşatır. O ayda yeryüzüne bol bol rahmet iner. Günahlar affedilir, dualar kabul olunur. Allah sizin iyilik ve ibadette yarışmanıza bakar da, bununla meleklerine karşı iftihar eder. Öyleyse kulluğunuzla kendinizi Allah’a sevdirin. Bu ayda asıl talihsiz olan, Allah’ın rahmetinden nasibini alamayan kimsedir.” (et-Tergib ve’t-Terhib, 2/99)
İnsanı meleklerden ayıran en önemli özelliği nefis sahibi olmasıdır. İnsan yer, içer, evlenir; üzülür, öfkelenir, günah işler. Fakat oruçlu iken belli bir süre için yiyip içmesini terk eder, zevklerine sınır koyar. Nefsinin ihtiyaçlarına cevap vermez, her dediğini yapmaz. Bu arada yalan, gıybet gibi günaha sokan işlerden de kendini çeker. Gereksiz hareketlerden uzak durmaya çalışır.
İşte insan bu haliyle meleklere benzer. Çünkü melekler de yiyip içmezler, evlenmezler, günah işlemezler. Çünkü nefis taşımıyorlar. Oysa insan nefis taşıdığı halde nefsine hakim oluyor, onun her isteğine uymuyor. Öyle ki manevî hali itibariyle melekleri bile geçebilecek vaziyete bürünüyor.
Cenab-ı Hak, kendi emrini tutup, arzularını dizginleyen mü’min kullarıyla meleklere karşı iftihar ediyor, onları meleklere örnek gösteriyor. Oruç tutan insanın kendi katındaki derecesini ifade ediyor. Mü’min de bu iltifata karşı, kendisini Allah’a sevdirmeye, Ona olan kulluk görevinde ciddi olmaya, yaratılış doğrultusunda yaşamaya çalışmalıdır.