ABDULLAH HOCA



Okuyup yetişmem için gecesini gündüzüne katıp çalışan birine şükranlık ifadelerini, kifayetsiz kelimelerim ile yerine getirmeye çalışacağım.

Maddi imkânsızlıktan dolayı okuyamamış, yoksul ve kalabalık bir ailenin erkek çocuğudur. Baba rolü ve sorumluluğu çocuk yaşında boynuna binmiştir. Onun yaşıtları bir meslek sahibi olabilmek için okula giderken o, ağır sorumluluğun altına girmek zorunda kalmıştır.

Yaşamı Anadolu’nun ücra bir köyünde başlar. Yol yok, iş yok. Tarlada çalıştığının karşılığını alamıyorsun. Ektiğin bitmiyor, diktiğin çıkmıyor. Hayvancılık yok, tarım yok. Normal bir akıl ile işin içinden çıkmak zor. Yetmişli yıllar anlattığım. Komşu köyden girer biri aklına. "Ben orak-bıçak satıyorum. Sende kap-kacak sat" der. İki arkadaş düşer yollara. Birinin çuvalında o günün mutfak eşyaları olan alüminyum kap-kacaklar, diğerininkinde tarla tepede lazım olan orak-bıçaklar. Bartın, Karabük ve Kastamonu illerine bağlı köy bırakmazlar gezmedik. Omuzlar çökmüş, ayaklar nasırlaşmıştır. Vücut yorgun, gönül ondanda yorgundur. Sattığının karşılığını alamıyorsun, alsan da yetmiyor.

Askerliğini şoför olarak yapmıştır. Başka mesleği yok. Ortak bir minibüs almasına yardımcı olur bir yakını. Artık yükü sırtından arabasına inmiştir. Birazda olsa rahatlar gibi olmuştur. Fakat içinde okuyamamanın sıkıntısı vardır. Okula giden bir çocuğu veya genci gördüğünde, içinde buruk bir sevinç vardır. Onları sever kendi çocukları ve kardeşleri gibi.

İki-üç arkadaş bir araya gelip "Ulus Birlik" adında bir yazıhane açarlar. Yolcu taşımacılığına başlamışlardır. İşleri ilk zamanlarda iyidir. Biraz para kazanmaya başlayınca etraftakilerde göz dikerler kazançlarına. Geçim yeniden zorlaşmıştır. Aradan yıllar geçtikten sonra alır gider başını İstanbul'a. İstanbul dünyanın başkentidir. Ayakta kalmak zordur. Ama başka çıkar yolda yoktur. Bütün zorluklara katlanıp hayatını ikame etmek zorundadır. Orada da mesleği olan okul-fabrika servis işleri ile uğraşır.

Ne zaman arabasına bir öğrenci binse, ona para sormaz ve istemez. Hep söylediği "her meslekten öğrencilerim var" der ve onlarla gurur duyar.

Ben onun küçük kardeşiyim. Okuduğum bütün okullarda, onun emeği benden daha fazladır. O bana "okuyacaksın" demeseydi ben okumaz, okuyamazdım. Orta, lise ve üniversite yıllarımda en iyi şekilde giyinmemi barınmamı sağlamıştır. Belki bir baba bile kendi öz çocuğuna, onun bana davrandığı gibi davranmamıştır. Ben elli küsur yaşındayım. Maddi ve manevi anlamda görünürde bir sıkıntısı olmayan biriyim. Benden birkaç yaş büyük olmasına rağmen bir çocuk gibi tembihte bulunur, bende ona nazlanırım. Denize gideceğimi duysa sıkıca tembih eder. "Fazla açılma, boyundan derin yerlere girme" der. Yola gitsem sürekli arar. "Yolculuğun nasıl geçiyor, yollar nasıl, klimayı fazla açma, gömleğin içine gazete koy klima çarpmasın" der. Ben de onun, ayağına diken batsa acısını yüreğimin taa… derinliklerinde hissederim. Onun hayat hikâyesinin sadece satırbaşlarını yazsam sayfalar almaz. Şimdi onun her kademede ve makamda manevi çocukları vardır. Sözü, özü dosdoğru bir insandır. Lafı eğip bükmeyi bilmez. “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” sözüne aldırmaz. Adam gibi adamdır.

Bu benim ağabeyimdir. Çevresinde "Abdullah Hoca" diye tanınır. Kendisinden Rabbim razı olsun. Yaptığı iyiliklerin karşılığını bu dünyada ve ahirette fazlasıyla alsın. Böyle kardeşleri Allah herkese nasip etsin.

İnsan bu dünyayı bitirip, göçüp gittikten sonra yaptıklarıyla anılmaktadır. İyilikle anılmak, iyilikler yapmak dileğimle...

Sevdiğiniz insana sevdiğinizi yüzüne söyleyiniz ki tarafınızdan sevildiğini bilsin.